25 Şubat 2015 Çarşamba

Kış aylarında makarna enerji veriyor

Sağlıklı beslenmenin büyük önem taşıdığı soğuk kış aylarında karbonhidrat zengini makarna ile enerji kazanın. 

Selva Gıda Genel Müdürü Mehmet Karakuş, makarnanın sağlıklı ve dengeli beslenmede büyük önem taşıdığını kaydetti. Mehmet Karakuş ile aynı görüşü paylayan Diyetisyen Seçil Kenar da, “Enerjimizin yüzde 60-65’ini karbonhidratlardan karşılarız” dedi.

Vücut direncini artırıp bağışıklık sistemini güçlendirmek için sağlıklı beslenmenin büyük önem taşıdığı kış aylarında, beslenmede karbonhidratın önemine dikkat çekiliyor.

Makarnanın tarifini değiştiren sektörünün yenilikçi markası Selva Gıda’nın Genel Müdürü Mehmet Karakuş, Türk mutfağının en eski yemekleri arasında yer alan karbonhidrat zengini makarnanın dengeli ve sağlıklı beslenmede büyük önem taşıdığını belirterek, bu durumun beslenme uzmanlarınca da kabul edildiğini kaydetti.
Türkiye’de yıllar itibariyle makarna tüketiminin artış gösterdiğini dile getiren Karakuş, yıllık kişi başına tüketimin 6.1 kg seviyesine ulaştığına dikkat çekti. Ancak bu rakamın yeterli olmadığına işaret eden Karakuş, “Birçok dünya ülkesine göre bu rakam oldukça düşüktür. Türkiye’de beslenme bilincini ve doğru tüketimi insanlara anlatabilirsek kişi başı tüketimin birkaç yıl içerisinde 8 kg’a kadar çıkabileceğini düşünüyoruz” dedi.

“Makarna kompleks bir karbonhidrattır”

Diyetisyen Seçil Kenar da, karbonhidratların beslenmede büyük önem taşıdığını yineleyerek, “Günlük aldığımız besinlerin kalorisinin büyük çoğunluğunu karbonhidratlardan almamız gerekmektedir. Enerjimizin yüzde 60-65’ini karbonhidratlardan karşılarız” dedi. Kenar, sağlıklı yaşam için tüm besin gruplarından gün içinde düzenli tüketmek gerektiğini sözlerine ekledi.

Makarnanın da kompleks bir karbonhidrat olduğuna dikkat çeken Seçil Kenar, makarnanın ana yemek olarak diğer besin gruplarıyla birlikte tüketildiğinde çok faydalı olduğunu kaydetti. Makarnanın tok tutma özelliğine sahip olduğunu dile getiren Kenar, makarnayı ana yemek olarak değerlendirmeyi öneriyor.

Un pirinç gibi beyazlaştırılmış diğer tahıllara göre lif içeriği daha yüksek, demir başta olmak üzere mineral ve B grubu vitaminleri bakımından daha zengin olan makarnayı tercih etmenin çok sağlıklı olduğunu kaydeden Kenar, “Aynı zamanda makarnanın aynı gruptaki tahıllara göre glisemik indeksi daha düşük; bir başka deyişle kan şekerini yavaş yükseltiyor. Makarna, bu özelliğinden dolayı şeker hastaları için de tercih edilebilir bir ana yemek. Makarnanın düşük glisemik indeksini korumak için de çok fazla haşlanmamalı. Aldante ya da hafif diri olarak tüketildiğinde makarnanın düşük olan glisemik indeksi korunuyor böylece kan şekeri de dengeli yükseliyor” diye konuştu.

Diyetisyen Seçil Kenar, ayrıca makarnayı diğer besin gruplarıyla birlikte yemeyi de öneriyor. Kenar, “Yoğurt, peynir, tavuk, kıyma, sebze gibi diğer besin gruplarıyla birlikte makarna ana yemek olarak yendiğinde dengeli beslenmenin altın kurallarına uyulmuş oluyor. iki dilim fırın makarna, bir kase yoğurt ve yanında salata yiyen ya da Çoban Kavurmalı makarnayı yoğurtla ve salatayla birlikte yiyen biri bir öğünde vücudun alması gereken tüm ihtiyacını karşılıyor” diye konuştu.

Sporunu burcuna göre yap, fit kal!

İşte sizlere burçlar ve spor tercihleri ile ilgili çarpıcı sonuçlar.

1500 kişi   arasında yapılan anket çalışmaları doğrultusunda hangi burçların hangi sporu tercih ettiklerini açıklanıyor.

Oldukça hırslı ve her zaman herkesten üstün olmayı seven Koç'lar, bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjiye sahipler. Yönetici gezegeni "savaşçı" Mars sayesinde özellikle takım sporlarında başarılı olan Koç burçları, Aikido ve Tae-Bo derslerini tercih ediyor.

Yaşam sahnesinde her zaman parlayarak, odak noktası olmak isteyen Aslan'lar, özellikle takım çalışmalarını içeren sporlar tercih ediyor. Futbol, basketbol, tenis ve grup dansları sıkça tercih ettiği sporlar arasında yer alıyor.

Ateş elementinde yer alan ve hareketli bir yapıya sahip olan Yay'lar, açıkhava faaliyetlerinden hoşlanıyorlar. Kuvvetli, hızlı ve ritmik bir yapıya sahip Yay burçları, okçuluk, eskrim, spinning ve tae – bo'yu tercih ediyorlar.

Toprak elementi olan Boğa'lar, eğlenceli ve doğa ile iç içe olan sporları tercih ediyor. Doğada yürüyüş, bisiklete binmek ve yüzmek vazgeçilmezlerinden. Spor sonrasında ise kendini mutlaka sauna ve masajla ödüllendiriyor.

Düzenli, titiz ve mükemmeliyetçi Başak'lar, formuna çok özen gösteriyor. Spor salonunda uzun saatler geçirebilen Başak, özellikle kondisyon aletleri ile çalışmayı, jimnastiği ve tenis oynamayı tercih ediyor.

Oğlak'lar, bir toprak elementi olarak doğada yürüyüş, koşu gibi egzersizlerle kendi temposunu kendileri belirlemekten hoşlanıyorlar. Özellikle ayaklarının altında toprağı hisset dağcılık, golf, tenis ve joggingi tercih ediyorlar.

Hızlı ve hareketli sporlardan zevk alan İkizler, aerobik, tenis gibi enerjik sporları tercih ediyor. Bunun yanı sıra Oryantal dansının egzersiz hareketleriyle birleştirildiği Aero-Oryantal dersleri de İkizler tarafından büyük ilgi görüyor.

Ortaklık burcu olan Terazi, bir başkası ile takım olarak yapacağı sporlardan büyük keyif alıyor. Özellikle tenis, squash, basket, futbol, voleybol, yelkencilik gibi partner gerektiren sporları tercih ediyor.

Eğlenceli ve hareketli Kova'lar, sosyal bağlar da kurabileceği spor aktivitelerini tercih ediyor. Bu sporların başında aerobik, jimnastik, yoga ve dans dersleri geliyor.

Yengeç, Su elementi olmasının da etkisiyle su sporlarından ve su kenarlarında bulunmaktan zevk alıyor. Yüzmek, sahilde koşu, sörf ve kürek çekmek spor tercihleri arasında yer alıyor.

Akrep'ler, rekabetçi bir yapıları olmasına rağmen gevşemeye çalışırken yalnız olmayı tercih ediyorlar. Spor tercihlerini boks, uzun mesafe koşu, squash, yoga ve meditasyondan yana kullanıyorlar.

Ayakları yöneten Balık'lar, genellikle yüzme, buz pateni, step, dans, aerobik gibi egzersizleri tercih ediyor. Spor sonrasında yoga, pilates ve meditasyon yapmaya özen gösteriyorlar.

Sağlıklı beslenme için bitkisel protein

Sağlıklı bir beslenme düzeninin günde 5 porsiyon meyve ve sebze içermesi gerektiğini çoğumuz biliyoruz fakat, proteinlerin genel sağlığımız için önemini çoğu zaman unutuyoruz. Bedensel işlevlerimizi sürdürmek için her gün yeterli miktarda kaliteli protein tüketmemiz gerekiyor.

Ağırlıklı olarak et ürünleri ve soya gibi bitkisel ürünlerde bulunan protein saçtan tırnaklara tüm hücrelerimizin işlevsel ve yapısal bir bileşeni. Suyun ardından, bedende en çok bulunan molekül protein. Protein kaslarımızda, cildimizde, kemiklerimizde, saçımızda, bağışıklık sistemimizde ve bedenimizin tüm diğer kısımlarında bulunuyor. Protein, bedeninizdeki dokuları oluşturuyor, koruyor ve yeniliyor. Çocukluk, erişkinlik ve gebelik sırasında büyüme ve gelişme için de özellikle önemli.

Enzimler ve amino asitlerden oluşan protein, bedendeki kimyasal reaksiyonlar için güç kaynağı sağlıyor ve kanda oksijeni taşıyor. Mevcut 22 amino asitten 9’u, insan bedeni tarafından oluşturulamadığı ve dolayısıyla gıdalardan alınması gerektiği için “temel amino asitler” olarak adlandırılıyorlar.

Tam ve tam olmayan proteinler
Yediğimiz bazı proteinler, yeni proteinler oluşturmak için gerekli tüm amino asitleri içermektedir. Bu tür protein, tam protein olarak adlandırılmaktadır. Tam proteinler genellikle kırmızı et, tavuk, balık, yumurta ve süt ürünleri gibi hayvansal kaynaklarda ve soya ürünlerinde bulunmaktadır. Diğer protein kaynaklarıysa, tam olmayan protein olarak adlandırılmaktadır ve meyvelerde, sebzelerde, tahıllarda bulunmaktadır.

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ve Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) Ortak Uzman Konsültasyonu’nun Protein Kalitesi Değerlendirme Raporu, bir proteinin kalitesini değerlendirmek üzere, basit, bilimsel ve akılcı bir prosedür olan “Protein Sindirilebilirliği Düzeltilmiş Amino Asit Skorunu (PDCAAS)” önermiştir. Bu PDCAAS değerine göre yumurta beyazı, kazein ve izole soya proteini 1.00 tam değer ile en kaliteli proteinler arasında yer almaktadır. Bu değerlendirmeye göre kırmızı et 0.92; bezelye unu 0.69; tam buğday ise 0.40 protein değerine sahiptir.

Soya, tek tam bitkisel protein
Geçtiğimiz 25 yılda ortaya konulan kesin bilimsel veriler, vazgeçilmez amino asit dizisinden ötürü, soyanın besleyici olarak tek tam bitkisel protein olduğunu göstermiştir.

Bu nedenle, FAO ve WHO tarafından önerilen değerlendirme yöntemine göre, soya proteini çocuklar ve erişkinlerin temel amino asit gereksinimlerini karşılamaktadır ve kırmızı et, süt, yumurta gibi hayvansal proteinlerle kıyaslanabilir tek tam bitkisel proteindir.

PROTEİN ÖNERİLERİ
Bir kişinin günlük beslenme düzeninde ne kadar proteinin gerekli olduğu kişilere göre farklılık göstermekle birlikte, sağlık profesyonelleri yetişkinlerin ağırlıklarının her kilosu başına günde en az 0,8 gram proteine ihtiyaç duyduğunu ileri sürmektedir. Bu proteini almazsanız, bedeniniz ihtiyacı olanı elde etmek için yavaş yavaş kendi dokularını bozmaya başlamaktadır. Dolayısıyla ortalama 65 kilodaki bir kadının her gün 52 gram; ortalama 80 kilodaki bir erkeğinse 64 gram protein alması gereklidir.

Farklı besinlerin protein içerikleri şöyledir:


Besin
Protein miktarı Gr.
100 gr. Izole soya proteini
90 gr.
100 gr. Yağsız soya unu
50 gr.
100 gr. Soya fasulyesi
36 gr.
100 gr. Tavuk göğsü
31 gr.
100 gr.  Biftek
31 gr.
100 gr.  Somon balığı
27 gr.
1 Bardak süt
8 gr.
1 Yumurta
6 gr.

Hastalıkların olmadığı bir dünya düşünün

Yapılan bilimsel çalışmalar gösteriyor ki hasta olmamızın en büyük sebebi bağışıklık sistemimizin zayıflaması. Probiyotikler ile bağışıklık sisteminizi koruyun, kendinizi koruyun…

Kış geldi, havalar daha da soğuyacak. Hasta olmamak için sıkı giyinip kendinize çok dikkat ediyorsunuz ama yine de hastalıktan kurtulamıyorsunuz... Bilimsel çalışmalar gösteriyor ki hasta olmamızın en büyük sebebi bağışıklık sistemimizin zayıflaması. Özellikle kış aylarında yeterli havalandırma yapılmadığı için kapalı alanların tamamı sağlığımızı tehdit ediyor. Toplu taşıma araçları, iş yerleri, kafeler, sinemalar hatta evler bile… Hastalık yapıcı mikroorganizmalar, bu yerlerde insanlar arasında sürekli hareket ediyor. Kendimizi korumanın bir yolu var: Probiyotikler!

Probiyotikler,doğumla birlikte bağırsaklarımıza yerleşerek genel bağışıklık sistemimizi olumlu yönde etkileyen canlı mikroorganizmalardır. Sağlığımıza dost bu canlılar, zamanla kötü hava koşulları, çevre kirliliği, dengesiz beslenme gibi sebepler yüzünden azalır. Probiyotiklerin vücutta azalması, hastalığa davetiye çıkarır. Bu yüzden vücudumuza düzenli olarak probiyotik desteği yapmak hastalık ihtimalini azaltır. Probiyotikler, düzenli kullanımlarda vücudunuzun bağışıklık sistemini destekler. Vücudumuzu hastalık yapıcı zararlı mikroorganizmalara karşı hazırlar.

20 Şubat 2015 Cuma

Vücudunu takıntı yapanlar

Bedeninizin bir yerini kusurlu görüyor ve bu bölgeyi düşünmekten kendinizi alıkoyamıyor musunuz? 

Zamanınızın birçoğunu bu kusuru düşünerek ya da üzülerek mi harcıyorsunuz? Öyleyse beden imaj takıntınız olabilir. Kişilerin gün içerisinde birkaç dakikasını görünümü için harcayabileceklerine dikkat çeken uzmanlar, sürenin uzaması halinde riskin de artacağına vurgu yapıyor.

Beden İmaj Takıntısı ergenlik döneminde özellikle de bayanlarda sık görülen durumlardan biri. Bu döneminde vücudunun bir ya da birkaç bölgesini kafasını takan kişiler günün her saatini o problemle yaşamak zorunda kalabiliyor.

Belirtilerinden en önemlisi ise kişinin kusurlu bulduğu bedensel bölgesi ile aşırı uğraşıyor olması. Bu rahatsızlığı olan kişiler zamanlarının çoğunu kendi kusuru üzerinde düşünerek ve üzülmekle harcıyor.

Konuya ilişkin değerlendirmelerde bulunan Üsküdar Üniversitesi Feneryolu Polikliniği Uzman Klinik Psikoloğu Zehra Erol durumu somut bir örnekle açıklıyor.

“Gözlerini çok küçük ve çekik gören kişi kendini çocuksu gösterdiğine inanır. Bu nedenle de ayna ya da cam olan yerlerden uzak durur. Bu çocuksu görünüşü nedeniyle işe başvurmak, insanlarla ilişki kurmak oldukça güçtür. Bu kişiler için çevresindeki insanların kendisi ile ilgili ne düşüneceği ve nasıl tepki vereceğine zamanını harcar.”

Normal şartlarda gün içinde hemen herkesin birkaç dakikasını görünümüne harcamasının doğal olduğunu vurgulayan Erol, bu rahatsızlığı yaşayan kişilerin zamanının büyük çoğunluğunu nasıl göründüğünü düşünerek ve buna üzülerek harcadığını söylüyor.

“Kişi görünümü ile ilgili kusurları kontrol etmek, değerlendirmek ve düzenlemek için büyük miktarda para ve zaman harcayabilir. Bazen de kusurlarını kapamak için çalışabilir.

Bunlar aynaya bakma, kendini tartma veya ölçüm yapma ya da makyaj yapma, kıyafet değiştirme ve ya saçını değiştirerek kusurunu kapama şeklinde olabilir.

Bu kişiler takıntılı bir şekilde bedenin de kusurların var olduğunu görürler. Çevresinden de bu kusurun çok büyük olmadığı veya açık olmadığına dair telkin beklerler. Bu bozukluğu yaşayan başka insanların da var olduğunu ve bunun tedavi edilebilir olduğunu bilmek kişiler için rahatlatıcıdır.”

Uzm. Psk. Zehra Erol, ailenin rahatsızlıkta zaman zaman risk faktörü olabileceğine de vurgu yapıyor.
“Aile içinde ebeveynleri görünüm takıntılı büyüyen çocuklar, bulunulan ortam, kültür, yaşam deneyimleri tetikleyici olabildiği gibi çocukluk çağı travmaları, çocukluk istismarı da risk faktörü oluşturmaktadır.”

Rahatsızlığın tedavisine ilişkin de bilgi veren Erol terapinin önemine dikkat çekiyor.

“Terapi uzun soluklu ve düzenli olduğunda kişi için oldukça faydalıdır. Terapide Beden imaj algısını etkileyen otomatik düşüncelerin değiştirilmesi üzerinde çalışılır. Bu düşüncelere bağlı davranışlar ve bunların kişiyi nasıl etkilediği üzerinde durulur. Beden imajı ile ilgili kişiyi dürten çekirdek inançları belirlemek, bozuk düşüncelerin etkisini anlamak da hedeflerdendir.

Üzerine gitme yoluyla beden imajı ile ilgili davranışları değiştirmek de terapinin parçasıdır. Bu kişiler görünümünün verdiği rahatsızlıktan dolayı sosyal ilişkilerden uzaklaştıkları için sosyal ilişkilerin arttırılması da üzerinde durulması gereken konulardandır. Tüm bu süreç kişinin özsaygısını zedelediğinden özsaygının da tedavide oldukça önemli bir rolü vardır.”

Çocuğunuz Havale Geçiriyorsa...

Çocuğunuz küçükse her ateşlendiğinde sizi havale mi geçirecek korkusu sarabilir. İşin doğrusunu Hisar Intercontinental Hospital Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Ece Şule Aslan’dan öğrendik.

Çocuğum havale mi geçiriyor?

Daha çok 6 ay ile 6 yaş arasında mikrobik enfeksiyonlara bağlı ateş sırasında görülen ateşli havale, vücut ısısının yükselmesine bağlı olarak beyin sisteminin etkilenmesi sonucu bilinç kaybı ile birlikte ortaya çıkan bazı belirtilerle kendini gösterir.

• Gözleri bir noktaya dikme,
• Kasılma,
• Ağzından köpük gelme,
• Morarma,
• İdrar ve dışkı kaçırma gibi bulgulardan hepsi veya birkaçı bir arada görülebilir. Bazı ailelerde ateşli havaleye yatkınlık olabilir.

Çocuğunuz Havale Geçiriyorsa

• Panik yapmadan yatırın.
• Kusarsa başını yana çevirin.
• Ağzında bir besin varsa çıkarmaya çalışın.
• Havale sırasında çocuğunuzun solunum yollarını açık tutmaya çalışın.
• Dişlerinin arasına kesinlikle bir şey sokmaya çalışmayın. Aralayabiliyorsanız eliniz dışında atkı, bez gibi yumuşak bir eşyayla ağzını aralayın.
• Ateşini düşürmelisiniz. Bunun için vücudunu soyun. Ilık su ile soğutma uygulayın.
• Parasetamol fitil/şurup kullanın.
• Çocuğunuzu kesinlikle yalnız bırakmayın.
• Havale durunca hemen doktorunuzu arayın ve önerilerine göre hareket edin.
• Eğer havale uzarsa acil tıbbı yardım için en yakın sağlık kuruluşundan yardım isteyin.

Cildiniz yüzde 80 daha sıkı olabilir!

Cilt çatlağı sık görülen bir rahatsızlık. Özellikle kadınların korkulu rüyası olan bu rahatsızlık, estetik açıdan da kadınları üzebiliyor. Deride çizgisel incelme ve yara izi şeklinde görülen bu rahatsızlıktan kurtulmak mümkün mü? 

Esteworld Plastik Cerrahi Hastaneleri Dermatoloğu Gül Yıldırım, “Son zamanlarda fraksiyonel lazer tedavileriyle çatlaklarda yüzde 80’e varan oranda azalma ve sıkılaşma yapabilmek mümkündür” diyerek cilt çatlağından kurtulunabileceği müjdesini verdi.

Cilt çatlakları vücudun değişik bölgelerinde kilo artışı nedeniyle derinin alt dokularında sürekli gerilme sonucu ortaya çıkıyor. Bu rahatsızlık özellikle kadınları rahatsız ediyor. Esteworld Plastik Cerrahi Hastaneleri Dermatoloğu Gül Yıldırım, cilt çatlağının freksiyonel lazer ile yüzde 80 aranında ortadan kaldırılabileceğini anlattı.

Fraksiyonel lazerin epidermis (üst deri) ve dermis (alt deri) de etkili olan yeni bir lazer sistemi olduğunu anlatan Dermatoloğu Gül Yıldırım, “Fraksiyonel lazerlerin etki mekanizması lazer ışığının minik sütunlar halinde deride ısı hasarı yaratmasıdır. Bu sütunlar halindeki ısı hasar alanlarına mikrotermal tedavi bölgeleri denir. Isı hasarı nedeniyle cilt tarafından yara olarak algılanan işlem , yara onarım mekanizmalarını tetikleyerek yeni kollajen sentezini başlatır. Yeni kollajen sentezinin bir sonucu olarak çatlak genişliğinde daralma, derinliğinde azalma, yüzeyde düzelme gözlenir. Fraksiyonel teknolojide mikrotermal tedavi alanlarının etrafındaki deri alanı sağlam kalır dolayısıyla bu hasarı görmüş alanlar etraftaki sağlam deriden gelen hücrelerle hızla onarılır” dedi.

Çatlakların yeni veya eski olması
Dermatoloğu Gül Yıldırım, fraksiyonel lazerler için en ideal vakaların açık tenli kişiler olduğunu belirterek, “Ancak uygun hava koşullarında her cilt tipine uygulanabilir, yüz dışında boyun gövde kol ve bacaklarda uygulama yapılabilir” diye konuştu.

Son zamanlarda fraksiyonel lazer tedavileriyle çatlaklarda yüzde 40 ile yüzde 80 oranında azalma ve sıkılaşma yapabilabildiğini açıklayan Dermatoloğu Gül Yıldırım, “Çatlakların yeni veya eski olması, herhangi bir sistemik hastalığın veya ilaç kullanımının olması, kişinin deri yapısı, deri tipi, genetik özellikleri hasta seçiminde önemli rol oynar” dedi.

Makyaj yapılabilir
Dermatoloğu Gül Yıldırım, işlem esnasında hafif yanma hissi ve hemen sonra uygulama yapılan bölgede kızarıklık ve hafif ödem olabileceğini ve bunun gün boyunca sürebileceğini ifade ederek, şunları şöyledi: “Ancak bu etkiler lokal etkili kremler ve buz pedleriyle giderilebilir. İşlemden birkaç gün sonra ciltte hafiften orta dereceye kadar soyulmalar görülebilir ancak bu tablo en geç 1 hafta içinde tamamlanır. Tedavi sonrası makyaj yapılabilir, hafif nemlendiriciler sürülebilir. Fraksiyonel lazer uygulamaları seanslar halinde uygulanır ortalama 2 ila 4 hafta aralıklarla şikayetin durumuna göre 2 ila 6 seans planlanır. Fraksiyonel lazer sonrası 6-12 ay süre ile güneşlenmekten kaçınılmalı ve güneş koruyucu kullanılmalıdır.”

Bahçe Dekorasyonunun Dayanılmaz Cazibesi

Baharda ve yaz aylarında yazlık bahçeleri, bağ evi, kır evi bahçeleri ya da apartmanların önündeki küçük bahçeler rengârenk çiçekler, kuş sesleri ve huzur veren esintilerle çok keyifli bir ortam sunar. 

Bahçelerin eğlenceli ve huzurlu yaşam alanlarına dönüşmesi için bazı dekorasyon detaylarını göz önüne almak, trend dekorasyon öğelerini bahçeye yansıtmak yeterlidir. Zira doğanın sunduğu toprak ve yeşil siz onu süsleseniz de süslemeseniz de çok güzeldir. Bahçenizin mevcut alanından mümkün olduğunca çok yararlanmak için deco.zone adlı Türkçe dekorasyon bloguna göz atabilirsiniz.

Bahçe mimarisi, peyzaj, bahçe dekorasyonu, kamelya, çardak tasarımları, bahçe mobilyaları, balkon sandalyeleri, bahçe aydınlatmaları gibi birbirinden farklı bahçe, teras, balkon dekorasyon öğelerinin yanı sıra süs bitkilerinin özellikleri gibi küçük botanik bilgileri de bulabileceğiniz deco.zone ile siz de kendi bahçenizi keyifle şekillendirebilirsiniz.

Bahçenizin her metrekaresini hem görsel hem de işlevsel olarak doğru değerlendirebilmenizi sağlayacak ip uçları deco.zone yazarlarının sizin için araştırdığı bilgilerde mevcut. Ayrıca bahçenizde kullanacağınız saksı, bahçe mobilyası, barbekü, salıncak, tente, çit ve aydınlatma gibi aksesuarların son moda örneklerine dair görseller de sunan deco.zone, keyifli bahçeler için bilgi ve vizyon sunan bir blog.

Deco.zone’ un bahçe, teras, balkon gibi dış mekanlar için hazırladığı makalelerde, bu alanlarda rahat bir kullanım alanına kavuşurken, doğa ve açık havada vakit geçirmenin konforlu yanlarını keşfedeceğiniz eğlenceli detaylar bulabilirsiniz. Dekorasyon, iç mimarlık ve estetik bir yaşam fikri sizi de cezbediyorsa tasarıma dair en moda fikirler için deco.zone blogu takibe alın.

13 Şubat 2015 Cuma

Depresyon Cinselliği Tüketebilir

Günümüzde artık her olay sinirlerimizi yıpratıyor. Kimilerimiz bu olaylardan o kadar etkileniyoruz ki depresyona girebiliyoruz. Fakat depresyon sadece sinirlerimizi bozmakla kalmıyor derin izler bırakabiliyor. Hatta cinsel yaşamı yok edebiliyor.

Çağın hastalığı depresyonun, cinsel hayata verdiği olumsuz etkiyi anlatan REEM Nişantaşı'ndan Nöroloji Uzmanı Dr. Mehmet Yavuz, depresyona girmiş erkeklerde başta cinsel isteksizlik, erken boşalma ve sertleşme sorunları görülürken, kadınlarda ise daha çok cinsel isteksizlik gözlendiğini söyledi.

Dr. Mehmet Yavuz; şu bilgileri verdi:

“Çünkü cinselliğin; cinsel istek, uyarılma ve orgazm olmak üzere üç aşaması vardır. Depresyonda başta cinsel istek libido azalır. Buna bağlı olarak uyarılma ve orgazm sorunları da ortaya çıkabilir. Hatta birleşme olsa bile depresyonda ki kişi bundan zevk ve tad almaz. Ancak tüm bu sorunlar depresyonun tedavi edilmesiyle birlikte kendiliğinden düzelmektedir.”

Depresyon - Cinsel Sorun İlişkisi

Cinsel sorunların depresyona yol açtığını bilmeyen hastaların, genellikle bu sorunların kendi yetersizliklerinden kaynaklandığını düşündüğünü açıklayan Yavuz, bu durumun da mevcut tabloyu ağırlaştırarak, kişileri umutsuzluk ve karamsarlığa sürüklediğini, daha önce var olmayan cinsel sorunlara yol açabildiğini belirtti.

Dr. Mehmet Yavuz, “Hasta cinsel hayatının tamamen sona erdiğini düşünerek, depresyonunu daha ağır yaşamaya başlar. Bu durumda yine başarılı olamazsam düşüncesiyle performans anksiyetesine kapılan hastada, depresyon tedavi edilse bile cinsel işlev bozukluğu kalıcı olabilir.

Her fert ve her vaka birbirinden farklıdır, fakat eşlerden biri depresyonda ise, tüm aile bundan etkilenir. Bu durumda diğer eşin sabırlı ve anlayışlı olması, eşine yardım etmesi ve ona her konuda cesaret vermesi beklenir. Depresyonda olan kişinin duygusal olarak aileden kopması sebebiyle, bu bazen güç olabilir” dedi.

Evlilik Süreci Cinselliği Olumsuz Etkileyebilir

Bazı evliliklerin ilk günlerinde, erkeklerde sertleşme sorunu nedeniyle ilişkinin gerçekleşemediğini açıklayan Mehmet Yavuz, “Evlilik sürecinde yaşanan yorgunluk, gerilim veya ilk gecede yaşanan heyecan nedeniyle ortaya çıkan bu durum karşısında bazen panik yaşanabilir. Böyle durumlarda erkeğin eşine karşı duyduğu mahcubiyet, olayı daha da ağırlaştırabilir. Bu geçici iktidarsızlık olayı, genellikle bir süre sonra düzelmektedir. Daha uzun süren vakalarda ilaç desteği gerekli olabilir. Böyle bir olay karşısında yeni evlenmiş bayanın sabırlı ve eşini destekleyici pozisyonda olması düzelmeyi hızlandırır. Kırsal kesimde daha sık karşılaşılan bu durumu büyü ile erkekliğin bağlanması gibi değerlendirenlere de rastlanmaktadır. Böyle yörelerde kişilerin, doktora götürülmeden geleneksel telkin yöntemleri ile iyileştirilmeye çalışıldığını üzüntüyle görmekteyiz” şeklinde konuştu.

Antidepresanlar Cinsel Gücü Etkiliyor…

Depresyonda zaten var olan cinsel sorunların antidepresanlarla tedavi sırasında daha da artabildiğini ve depresyon ilaçlarının cinsel fonksiyon bozukluğuna yol açtığını ifade eden Yavuz, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bugün depresyon tedavisinde kullandığımız ilaçların çoğu, cinsel sorunlara yol açmaktadır. Bu yan etkilerin başlıcaları; sertleşmede azalma, istekte azalma ve orgazm yoğunluğunda düşmedir. Bu durumda kişiler, depresyonun tedavisi ve cinsellik ikilemi arasında sıkışıp kalabilirler. Depresyon hastalarının birçoğu kullandığı ilaçların cinsel güçlerini bozduğunu görünce tedaviyi bırakmakta ve tedavi yarım kalmaktadır. Antidepresan ilaçlar nedeni ile cinsel sorun yaşayan kişilere yan etkisi olmayan ve en az ilaçlar kadar etkili olan TMS tedavisini uyguluyoruz.”

12 Şubat 2015 Perşembe

Kadınların 4 Mevsimi...

Günümüzde yaygın bir yanlış inanış var: Kadınların sağlığına dikkat edecekleri yaşlar hep 40’lı yaşlar ve sonrası olarak algılanıyor. Oysa kadınların sağlıklarını korumaları, genç yaşlarda gerekli önlemleri alıp yaşam değişikliklerini kalıcı hale getirmesiyle mümkün olabiliyor. 

 Acıbadem Ataşehir Cerrahi Tıp Merkezi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Sema Demirsoy, kadın ömrünün 4 mevsimi bulunduğunu belirterek bunları; ergenlik, aktif üreme, menopoz ve menopoz sonrası mevsim olarak ayırıyor ve şunları söylüyor:

“Genç yaşta spor alışkanlığı edinmek, 30’lu yaşlardan itibaren sonraki yıllarda da ideal kiloda kalmayı sağlamak için beslenme düzenini kurmak, sigara ve alkolden uzak durmak, düzenli sağlık kontrollerini yaptırmak genetik riskleri belirleyip koruyucu önlemler almak sağlıklı yaşamaya ve yaşlanmaya yardımcı oluyor.”

Kadınların sağlıklarıyla ilgili alınması gereken önlemler olduğunu ve belli yaşlarda bu önlemlerin değişebildiğini ifade eden Dr. Sema Demirsoy, kadınlara ömürlerinin 4 mevsiminde alacakları önlemler ve neler yapabilecekleriyle ilgili olarak şu bilgileri veriyor:

Ergenlik Mevsimi (13-20 Yaş): HPV Aşısı Olunmalı

Bu dönemde ergenliğe girmiş gençlerin genel muayenelerinin yapılması gerekiyor.
- Adet düzenlerinin durumuna bakılmalı.
- Ultrasonla yumurtalık, rahim değerlendirmesi yapılmalı.
- Bu yaştaki gençlere doğum kontrol yöntemleri anlatılmalı.
- Cinsel hastalıklardan korunmanın yolları öğretilmeli.
- En önemlisi de rahim ağzı kanseri aşısı yapılmalı. (Bu aşının cinsel yaşam başlamadan yaptırılması önem taşıyor.)
- Obeziteden korunması için bilgi verilmesi gerekiyor.

Aktif Üreme Mevsimi (20-40 Yaş): PAP-Smear İhmal Edilmemeli

Kadınların 20-40 yaş arasındaki dönemi doğurganlık yönünden aktif oldukları bir dönemdir. Bu nedenle doğurganlığın korunması anlamında da sağlık kontrollerini ihmal etmemekte yarar var.
- Kadınlar bu yaş aralığında her 1-3 yıl arasında rahim ağzı kanserine karşı pap-smear testi yaptırmalı. (Risk olması halinde testin sıklığını arttırmak gerekebiliyor.)
- Her ay, adet sonrası elle meme muayenelerini yapmalılar. Ayrıca kalıtsal bir risk varsa meme ultrasonografisi çektirmeli, 35 yaş üzerinde meme kanseri riski varsa mamografi yaptırılmalı, 40 yaşını geçince de düzenli mamografi yaptırılmalı.
- Ultrasonografi ile rahim ve yumurtalıklar değerlendirilmeli.
- Cinsel hastalıklara karşı detaylı bilgiler verilmeli.
- Bunların dışında kadınlar genel fizik muayenelerini de ihmal etmemeli. Diyabet, aşırı kilo, yüksek tansiyon, tiroid takiplerine özen göstermeli.
- Adet düzeni sorgulanmalı. Aşırı kanama, ara kanama, ağrılı adet görme, sık adet görme, az adet görme gibi anormallikler incelenmeli.

Menopoz Mevsimi (40-60 Yaş): Önlem Alma Vakti

Birçok kadın için menopoza girmek, olumsuz, sağlığı bozan bir süreç olarak algılanıyor. Oysa önceden alınacak bazı önlemlerle bu dönemi de sağlıklı geçirebilmek mümkün olabiliyor. Kadınlar 40-60 yaş arasında da kendilerine özen göstererek sağlıklı kalabiliyor. Bu dönemde şunları ihmal etmemekte yarar var:

- Menopoz yaşı ortalama 45-50 yaş kabul ediliyor. Bu dönemde biyokimyasal değerlendirmeler, hormon testleri, ulutrasonografik değerlendirmeler, pap smear, meme muayeneleri önem kazandığından ihmal edilmemeli.
- Meme kanseri riski 40 yaş üstünde artıyor. 40-45 yaş arasında iki yılda bir, 45 yaşın üzerinde artık yılda bir mamografiler yaptırılmalı.
- Mutlaka yumurtalık ve rahim ultrasonografik değerlendirmeyle takipler ihmal edilmemeli.
- 45 yaş öncesinde menopoza giren hastalarla fiziksel ve ruhsal çöküntüleri önlemek için tedaviler yapılmalı. Eğer memede öncül lezyonlar, rahim ve yumurtalıkları ilgilendiren kanser öyküleri yoksa, ailede kanser öyküsü yoksa, 45 yaşından önce menopoza giren hastalarda hormon replasman tedavisi başlanabilir. Bunun kararı hastayla birlikte verilmeli.
- Kadın eğer 45-50 yaş aralığında menopoza girdiyse ve muayene bulguları normal ve yakınmalar yok ise normal menopoz yaş aralığında kabul edip hormon replasmandan biraz daha uzak durulabilir. Ama bunlar hep hastaya göre, kişiye özel yaklaşımlar içermeli.
- Örneğin kemik erimesi başlayan bir hastada hormon desteğini keserseniz çok ciddi bir yıkım olabilir. Bu nedenle 5-10 yıl içinde sıkıntı çekmeye başlar. Bu hastalar çeşitli tedavilerle desteklenmeli.

Menopoz Sonrası Mevsimi (60 Yaş ve Üzeri): Kemik Yıkımlarına Dikkat!

60 yaş üzerindeki dönemde artık pap- smear takipleri kesilebiliyor. Ancak yine meme muayenelerinin, jinekolojik muayenelerin ve sistemik muayenelerin düzenli yapılması önem taşıyor. Bu dönemde menopoza bağlı kemik yoğunluğu değerlendirmeleri, kalp damar sistemine ilişkin takiplerin düzenli yapılması, gastrointestinal sistem değerlendirmeleri gibi sistemik muayeneler kronik hastalık teşhisi açısından önem kazanıyor. Kadınların bu dönemi rahat yaşayabilmeleri için şunlar önerilebilir:

- Aşırı kilo almayın. Çünkü şişmanlık kronik hastalıklar (diyabet, tiroid, omurga sistemi, kemik sağlığı) üzerinde de olumsuz etkiler yaratıyor.
- Günlük aktiviteyi artırmakta, düzenli spor yapmakta fayda var. Kalsiyum ağırlıklı beslenmeyi özellikle öneriyoruz, yeşil sebzeler, posalı gıdaları ihmal etmeyin diyoruz.
- Kadınların metabolizması her 10 yılda bir yüzde 2-4 oranında yavaşlıyor. Aynı beslenme alışkanlığı sürerse kilo artışı hızlanıyor. Aynı miktarda beslenip, spor yapmayınca kilolar kaçınılmaz oluyor.
- Alkol ve sigaradan uzak durmak gerekiyor. Her ikisi de hem tüm vücut sağlığı, hem de kemikler üzerinde olumsuz etkilere sahip.
- Bu dönemi psikolojik olarak da rahat geçirebilmek için hobiler edinilmesi çok yararlı oluyor.

Baba olmak için geç kalmayın

Annelik yaşının artması çocuk sahibi olmayı güçleştirdiği gibi yanında bazı sakıncaları da getirdiği bilinmektedir. Peki ya babalık yaşı? Babalar için ileri yaşlarda çocuk sahibi olmanın potansiyel etkileri var mı? 

Eurofertil Tüp Bebek Merkezi’nden Dr. Elif Ergin, ileri yaştaki baba adaylarının çocuklarında şizofreni ve otizmin genç baba adaylarına oranla daha fazla olduğunu savunan araştırmaların mevcut olduğunu söyleyerek, “Bazı araştırmalar 35 yaş ve üzerindeki baba adaylarının çocuk sahibi olma olasılıklarının azalmaya başladığını göstermektedir.” dedi.

Son yıllarda üzerinde çalışılmaya başlanan konulardan biri de babalık yaşının hamilelik ve bebek üzerindeki etkileri. Babalık yaşının artmasının hem doğum şansı hem de bebek üzerinde etkileri olduğunu savunan araştırmalarda hızla artıyor. Bu araştırmalarda baba adaylarının belirli yaşlarda çocuk sahibi olma olasılığının daha yüksek, ilerleyen yaşlar ile birlikte ise bazı problemler ortaya çıkardığı görüşü desteklenmeye başladı.

İleri yaşta baba olmak zorlaşıyor
Eurofertil Tüp Bebek Merkezi’nden Dr. Elif Ergin, babalık yaşının artmasının yarattığı ilk problemlerden birinin hamile kalınma oranı olduğunu ifade ederek, şöyle konuştu:

“Fransa’da yapılan 17000 aşılama tedavisi incelendiğinde, 45 yaş üzeri erkek hastaların bulunduğu grupta gebelik oranlarının 30 yaş altındaki gruptan daha düşük olduğu görülmüştür. Erkek infertilitesinin ilerleyen yaşlarda çok daha sık görülmeye başlanması, aynı zamanda sperm kalitesindeki düşüş ile birlikte ele alındığında, ilerleyen yaşta babalık oranlarında büyük bir düşüşe yol açtığı görülmektedir.”

Sadece doğum oranları üzerinde değil aynı zamanda sağlık açısından da baba adayının yaşının ileri olmasının risk taşıdığını savunan araştırmaların da yayınlandığını anlatan Dr. Elif Ergin, şunları söyledi: “Son zamanlara kadar baba adaylarının yaşlarının, çiftlerin çocuk sahibi olmalarını olumsuz etkilediğine dair kabul edilen kesin sınırlar yoktu. Oysa artık, artan erkek yaşının sperm hareketliliğine ve sperm DNA’sına zarar verebileceği konuşulmaya başlandı. Baba adayının yaşı ile orantılı olarak şizofreni ve otizm gibi rahatsızlıkların daha sık görüldüğü bildirilmiştir.

Otizm ve şizofren tehlikesi
Dr. Elif Ergin
Yapılan bir çalışmada 87 bin 907 çift incelenmiş ve bunların 50 yaş üzeri olan erkeklerin çocuklarında, 20-24 yaş arasındaki erkeklerin çocuklarından 2,96 kez daha fazla şizofreni bulunduğu gözlemlenmiştir. Aynı şekilde başka bir çalışmada da 40 yaş üzeri ile 30 yaşından genç erkeklerin çocukları karşılaştırıldığında 5,75 kez daha fazla otizm rahatsızlığı görülmüştür. İzlanda’da baba yaşı ile birlikte otizm ve şizofreninin arttığı bildirilmiştir.”

Dr. Elif Ergin, normal yolla çocuk sahibi olmak isteyen çiftlerde anne adayının yaşı ile birlikte baba adayının yaşı da arttıkça bir yıl içerisinde çocuk sahibi olma oranlarının azaldığı gibi çocuk sahibi olma sürelerinin de uzadığına işaret ederek, şöyle devam etti: “Aynı şekilde tüp bebek hastalarında da 40 yaşın üzerindeki erkek hastaların bulunduğu gruplarda gebelik oranları daha düşük bulunmuştur. Tüp bebek yöntemi ile çocuk sahibi olacak baba adayları için 40 yaş sonrasında çocuk sahibi olmaları açısından risk teşkil edebilir. Bu nedenle çocuk sahibi olmayı isteyen baba adaylarına da acele etmelerini öneririz.”


Zarif bir gelin olmayı hayal edenlere

Yaz mevsimiyle birlikte düğün sezonu da açılıyor. Gelin adayları, son fazla kilolarını verme telaşında. 

Superplast Estetik Cerrahi Merkezi’nden Estetik Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Hüseyin Güner, yaz aylarıyla birlikte çok sayıda gelin adayının da merkezlerine başvurduğunu belirtiyor. Diyet ve egzersizin özellikle bölgesel yağlanmalarda istenen sonuca ulaşmada yetersiz kalabildiğine dikkat çeken Güner, gelin adaylarının en çok daha ince kollara ve daha ince ayak bileklerine kavuşmak için yardım istediğini söylüyor.

Hüseyin Güner, fazla yağlarından hızlı, zahmetsiz ve etkin şekilde kurtulmak isteyenlere ‘SlimLipo’ lazerle yağ aldırma yöntemini öneriyor. FDA onaylı SlimLipo, özellikle ABD’de yaygın olarak kullanılan ve başarılı sonuçları nedeniyle sıkça tercih edilen bir yöntem. Türkiye’de ise Superplast Estetik Cerrahi Merkezi’nde uygulama gerçekleştiriliyor. İşlemin liposuction’a karşı üstünlük sağlayan en önemli özelliği, uygulamasının oldukça basit olması ve cerrahi işlem sınıfına girmemesi. SlimLipo aynı zamanda cildi geren ayrı bir lazer başlığına sahip. Cilt bu lazerle içeriden geriliyor. Kısacası, SlimLipo bölgesel yağları gidermenin yanı sıra, uygulandığı bölgede sıkılaşma da sağlıyor.

Düğünden en az 3 hafta önce uygulama gerçekleştirilmiş olmalı
SlimLipo uygulaması, özellikle birkaç bölgesinde az veya ortalama düzeyde yağ birikimi olanlar için ideal. Gelin adayları özellikle kollarının ve ayak bileklerinin daha ince olması için bu uygulamayı tercih ederken; karın, üst karın bölgesi, kalça gibi geniş alanların yanı sıra yüz, gıdı, boyun, sırt, gibi bölgelere de uygulama gerçekleştirilebiliyor. Güner, kollar ve ayak bileklerine uygulama yaptırmak isteyen gelin adaylarına düğün tarihinden en az üç hafta önce işlemi gerçekleştirmelerini öneriyor.

Superplast Estetik Cerrahi Merkezi’nden Estetik Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Hüseyin Güner, SlimLipo uygulamasının hakkında şunları söylüyor: “Bu işlemde saç telinden biraz daha kalın bir kanülle uygulama yapılacak bölgeye giriliyor. Kanülden çıkan lazer ışığı sadece yağ hücrelerini hedef alıyor. Lazer ışığı ile doğrudan yağ hücresi zarının patlatılması prensibine dayanan metot, doku ve damarlara ise hiçbir zarar vermiyor. Yağ hücrelerinin içeriği hücreler arası alana akıyor. Eriyen yağlar düşük basınçlı bir vakumla emiliyor. Bu işlem deneyimli estetik ve plastik cerrahlar tarafından uygun hastalara yapılıyorsa, çok güvenilirdir ve çok başarılı sonuçlar vermektedir. Doğuştan şanslı bir anatomiye sahip değilseniz bile, vücudunuzu yeniden şekillendirmeniz mümkün.”

Kanama, iz, sarkma yok, iyileşme süresi çok kısa
SlimLipo’nun uygulama yapılan bölgede bir diğer etkisi de ciltte belirgin bir toparlanma ve sıkılaşma sağlaması. Bu yüzden bu işlemle yüz bölgesinde bile çok iyi sonuçlar alınıyor. Yağ alma işleminin hemen ardından, lazer başlığı değiştirilerek deri altı müdahale ile cilt yüzeyin kalıcı olarak toparlanıp sıkılaşması sağlanıyor. Böylece uygulama yapılan alanın sönmüş bir balon gibi durması riski ortadan kaldırılıyor.

Hasta işlem sonrası hemen eve dönebiliyor. İşlem ameliyat olarak kabul edilmediği için ameliyat risklerini de taşımıyor ve lokal anestezi altında gerçekleştiriliyor.

Ya yine kilo alırsam?
Yapılan işlemle yağ hücreleri yok edildiği için aynı fazlalıkların geri gelmesi gibi bir durum söz konusu değil. Yani örneğin, kollarınız ve ayak bilekleriniz orantısız bir şekilde kalın ise ve bu bölgeleriniz işlem sonrası küçüldüyse, tekrar kalın kollu ve kalın bilekli bir kişi olma ihtimaliniz düşük. Kilo almanız durumunda bile yeni aldığınız kiloların dağılımı büyük ihtimalle çok daha orantılı olacak. Bu bir kilo verdirme değil, şekillendirme yöntemi.

9 Şubat 2015 Pazartesi

Çocuklarda terlemeye karşı önlemler

Bazı çocukların özellikle ellerinde aşırı derecede görülen terleme sorununun yarattığı kaygı öğrencilerde baskı oluşturup başarılarını gölgelemesine neden oluyor. 

Okul sınavlarında terlemeden dolayı nasıl kalem tutacağını düşünen öğrenciler için bu kaygının en üst düzeyde olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz…

Aşırı terleme ya da tıbbi adıyla hiperhidroz, pek çok kişiyi üzen ve sosyal yaşamı etkileyen kronik bir hastalık.

Sürekli alınlarında, koltuk altlarında, avuçlarında ve ayak tabanlarında terleme görülen kişiler, bu sebeple oluşan çeşitli cilt sorunlarından ya da rahatsız edici bir ter kokusu yüzünden kendilerini rahatsız hissederler.

Bazı kişiler belirli herhangi bir neden olmaksızın diğerlerinden daha fazla terler. Ancak bazı faktörler de aşırı terlemenize neden olabilir. Bunlar:

Kalıtım

Bazı insanların soyaçekim nedeni ile özellikle avuç içi ve ayak tabanları aşırı terleme eğilimi göstermektedirler. Bazı gıda ve içecekler. Sıcak içecekler ve kafein veya alkol içeren içecekler terlemenize neden olabilir. Baharatlı gıdaları tüketmek aynı etkiye neden olabilir.

Bazı ilaçlar

Ruhsal bozuklukların tedavisinde kullanılan bir kısım antidepresan ilaçlar, morfin ve aşırı dozda tiroit hormonu gibi ilaçlar aşırı terlemeye neden olabilmektedir. Aspirin benzeri ağrı kesiciler yüksek dozda kullanıldığında yoğun terlemeye neden olabilmektedir.

Menopoz

Menopoz dönemine giren kadınlarda östrojen seviyesinin düşmesine bağlı olarak ateş basması (vücut sıcaklığında yükselme ile beraber gözlenen terleme ve aşırı ateş) görülebilmektedir. Menopoz dönemindeki kadınların bir kısmı gece aşırı terleyerek uyanmakta ve daha sonra üşümektedir.

Erkekler de artık risk altında

Tiroid kanserleri yüzde 90-95 oranında çok kötü seyirli olmuyor ancak bu kanser türünün nadir görülen kötü seyirli alt tipleri de bulunuyor. 

Tiroid kanserleri genellikle uygun tedavi yöntemleri uygulandığında ve gerekli hastalarda radyoaktif iyot tedavisi eklendiğinde, hastalıktan tamamen kurtulmak mümkün oluyor. Uygun tedavinin iyi ve doğru bir ameliyattan geçtiğini söyleyen Liv Hospital Genel Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Fatih Tunca, “Doğru yapılan bir ameliyat ile tiroid dokusu tamamen çıkarılabilir ve lenf bezlerinde de hastalık mevcutsa bunlar tamamen temizlenebilir. Bu nedenle iyi bir girişim bu hastalığın tedavisinde çok önemli. Tiroid kanseri kadınlarda daha sık görülüyor. Ancak tiroid nodülü olan erkek hastalarda nodülde kanser olma olasılığı kadınlardan daha fazladır” diyor.

Tiroid kanserinin belirtileri nelerdir?
Tiroid kanserleri hastaların çoğunda belirgin bulgu vermez. Bulgu verdiklerinde ise en sık olarak boyunda küçük bir şişlik şeklinde nodülle ortaya çıkarlar. Bu nodüller genellikle ağrısız nodüllerdir.

Kanserle ilgili bulgular
* Ses kısıklığı: Genellikle tümörün ses tellerine giden sinirin tutulması ya da sinire bası olması durumunda gelişir.
* Yutma güçlüğü: Yine büyük tümörlerde ya da nodüllerde kitlenin yemek borusuna bası yapması ya da bölgede hareket kısıtlılığı yaratması sonucu oluşur.
* Nefes almada zorluk: Bu semptomda yine tümörün nefes borusuna baskı uygulaması sonucu ya da selim olaylarda 2 taraflı büyüyen tiroid nodüllerinin nefes borusunu sıkıştırması sonucu oluşur.
* Geçmeyen boyun ağrısı ve soğuk algınlığı olmadan geçmeyen öksürük tiroid kanseri belirtisi olabilir.

Erken tespit edildiğinde şans var mı?
Erken dönemde tanı tüm kanserlerde olduğu gibi tiroid kanserlerinde de önemli. Erken tanı ile cerrahi girişimin büyüklüğü azalıyor bu da hastanın daha düşük komplikasyon oranları ile örneğin ses kısıklığı olmadan tedavi edilme şansını artırıyor.

Kimler hangi durumlarda ameliyat olmalı?
Tiroid kanserinde ameliyatla tedavi olmazsa olmaz bir yöntem. Ancak daha bazı kötü seyirli alt tiplerde, ameliyat öncesi dönemde ek olarak kemoterapi, radyoterapi gibi bazı tedaviler gerekebilir. Tiroid kanseri kadınlarda daha sık görülen bir hastalık olmakla birlikte tiroid nodülü olan erkek hastalarda, nodülde kanser olma olasılığı kadınlardan daha fazladır.

Ameliyat sonrası tedavi nasıl geçiyor?
Tiroid kanseri tanısı ile yapılan doğru cerrahi girişim sonrası dönemde tedaviyi belirlemede en önemli olan multidisipliner yaklaşım. Bu hastalarda ameliyat sonrası cerrah, endokrinolog ve nükleer tıp uzmanının katıldığı konseylerde tartışarak hastanın bundan sonraki tedavisine karar veriyoruz. Dünya üzerinde çeşitli yaklaşımlar olmakla birlikte bizim genellikle tercih ettiğimiz yöntem 1 santimden büyük diferansiye tiroid kanserlerinde (Papiller kanser, foliküler kanser) radyoaktif iyot tedavisi (Atom) tedavisi vermek. Radyoaktif iyot tedavisi için hastalar nükleer tıp birimlerinde radyoaktif maddeyi içtikten sonra yaklaşık 3 gün kadar bir odada kaldıktan sonra taburcu ediliyor. Bu aşamadan sonra hastalara tiroid hormonu başlanarak belli aralıklarla çeşitli kan tahlilleri ve gerekirse ultrasonografi ve diğer tetkikler yapılarak hasta takip ediliyor.

Troid kanseri riski altındakiler
* Kadınlar: Nedeni bilinmemekle birlikte kadınlarda tiroid kanserleri erkeklere oranla 3 kat daha sık görülür. Ancak tiroid nodülü olan erkeklerde kanser görülme oranı kadınlardan daha yüksektir.
* Radyasyona maruz kalan hastalar: Hodgkin lenfoma tanısı ya da baş ve boyun tümörleri nedeniyle radyoterapi yapılan hastalar, nükleer felaketlere maruz kalan hastalar (Çernobil olayı gibi), eski bir yöntem olmakla birlikte akne (sivilce), kronik tonsillit gibi nedenlerle düşük doz radyoterapi yapılan hastalar (bu tedaviler yaklaşık 40-50 yıl öncesinin tedavileri olup şu an kullanılmamaktadır)
* İyottan fakir diyet
* Ailede tiroid kanseri varlığı
*Ailede kalın bağırsak kanseri varlığı: Özellikle ailevi adenomatöz polipozis sendromu adını verdiğimiz kalın bağırsakta çok sayıda polipin bulunduğu hastalar.
* Bazı nadir genetik hastalıklar: Meme ve tiroid kanserlerinin beraber görülebildiği Cowden hastalığı gibi.

Yemek Yapmayı Kolaylaştırıyoruz

Keyifli bir kahvaltı, lezzet dolu bir çay saati, akşam işten eve gitme nedenlerini arttıracak tadına doyulmaz menüler, hayatı güzelleştirmenin en etkili yoludur. Yemek yapmanın vakit alan ve zahmetli tarafı genellikle bu enfes menülerden vazgeçmeye neden olur. Oysa işleri kolaylaştıracak, size mutfakta zaman kazanmanın tekniklerini gösterecek, yemek yapmayı sadece bir gereksinim olmaktan çıkarıp keyifli bir hobiye dönüştürecek Türkçe bir yemek bloğu var. Birbirinden güzel ve kolay yemek tarifleri, pratik öneriler, alışveriş fikirleri, yemek pişirme teknikleri, dünya mutfağından farklı bakış açıları ile yemek yapmayı kolaylaştıran kolayyemektarifleri.org, yemek saatlerini daha keyifli kılmayı amaçlıyor.

Çay saatleri için kolay kurabiye ya da poğaça tarifleri, lezzetli ve pratik börek, çörek, kek tarifleri, hemen herkesin çok sevdiği kısır, mercimekli köfte, patates salatası, makarna salatası gibi gündüz aperatifleri kolayyemektarifleri.org’da okuyucuya canlı ve net görsellerle sunuluyor. İştah açan görseller, alışılmış tarif kalıplarını zorlayan yaratıcı öneriler yemek tarifleri için de geçerli. Zeytinyağlı yaprak sarmasından, karnıyarığa, ıspanak yemeğinden mercimek çorbasına, avcı kebabından patates püresine kadar bir birinden lezzetli geleneksel tatlar yapılması kolay formüllerle sunuluyor.

Osmanlı yemek kültürü, makarnanın tarihi, Ortadoğu yemeklerinin Türk yemek kültürüne yansımaları, Avrupa damak tadının Osmanlıdaki izleri, mutfak malzemesi kalıntılarından yola çıkan Bizans’ta, Roma’da, Antik Yunan’da, eski Türker’de pişirme teknikleri gibi yemeğin entelektüel tarafına da dokunan içerikler paylaşan blog, dünya mutfağından popüler yemek tarifleri de sunuyor.

6 Şubat 2015 Cuma

Astım Hakkında Doğru Bilinen Yanlışlar...

Dünya nüfusunun yaklaşık %10’unda ve hemen hemen her yaşta görülen astım hakkında doğru bilinen yanlışları Hisar Intercontinental Hospital Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Serhat Fındık’tan öğrendik…

Doğru Bildiğiniz Yanlışları Öğrenmeye Hazır mısınız?

Yanlış: Astım yaşlılarda görülmez.
Doğru: Astım başta çocukluk dönemi olmak üzere tüm yaş gruplarında; seksenli yaşlarda dahi görülebilir.

Yanlış: Astım sadece nefes darlığına yol açar.
Doğru: Astım nefes darlığının yanı sıra, öksürük, az miktarda yapışkan kıvamda balgam, hırıltılı-hışıltılı solunum, göğüste sıkışma hissi, göğüs ağrısı vb belirtilere de yol açabilir. Hastaların yaklaşık %10’unda tek belirti kuru (balgamsız) öksürüktür.

Yanlış: Astımlı hastalar daima alerjik bünyelidir.
Doğru: Astımın yaklaşık yarısı alerjik kökenlidir ve alerjik astım olarak adlandırılır.

Yanlış: Astımlı hasta hiç normale gelmez, şikayetleri hep devam eder.
Doğru: Astımın en temel özelliklerinden biri aralıklı olarak, ataklarla şikayetlere/belirtilere yol açmasıdır. Bu dönemlerin dışında hastalar genellikle normaldir.

Yanlış: Astım her zaman solunum fonksiyon testlerinde azalmalara yol açar.
Doğru: Astımlı hasta portföyünün en büyük kısmını oluşturan hafif (intermittan) astımlı hastalarda solunum fonksiyon testleri normal sınırlardadır.

Yanlış: Astımda akciğer grafisi normal olmaz.
Doğru: Ataklar dışında akciğer grafisi astımda genellikle normaldir.

Yanlış: Astımlı çocuklar yaşıtlarına göre fiziksel olarak daha az gelişir, daha kısa boylu olur.
Doğru: Yapılan çalışmalarda tedavisini tam alan astımlı çocuklar ile normal sağlıklı çocuklar arasında gelişim yönünden hiçbir fark saptanmamıştır.

Yanlış: Çocukluk çağı astım tedavisinde kullanılan nefes yolu ile alınan ilaçlar çocukların büyüme-gelişmesini engeller ve bu çocuklar yaşıtlarına göre daha kısa boylu olurlar.
Doğru: Yapılan bilimsel çalışmalarda çocukluk çağındaki astımlı hastaların tedavisinde verilen nefes yolu ile alınan ilaçlar normal tedavi dozlarında (çok yüksek olmamak kaydı ile) büyüme ve gelişmeyi engellememektedirler. Unutulmamalıdır ki aslında astım tedavisinin esirgendiği, verilmediği çocukların akciğer gelişimi ve dolayısıyla vücut gelişimi büyük ölçüde gerileyecektir.

Yanlış: Astımlı bir çocuk hayatı boyunca astımla yaşamak zorundadır.
Doğru: Çocuk astım hastalarının yarısı (%50) ergenlik dönemine girdiğinde tamamen iyileşirler.

Yanlış: Astımlı hasta spor yapamaz.
Doğru: Astımlı hastalar başta yüzme, yürüyüş olmak üzere genellikle tüm sporları yapabilirler.

Yanlış: Astım tedavisinde kullanılan nefes yoluyla alınan ilaçlar kilo aldırır.
Doğru: Astım tedavisinde kullanılan ve nefes yoluyla alınan ilaçların bir kısmında bulunan kortizon dozu o kadar düşüktür ki vücudun kilo dahil hiçbir sisteminde yan tesire yol açmaz.

Yanlış: Hırıltılı/hışıltılı nefes alma sadece astım hastalarında görülür.
Doğru: Hırıltılı/hışıltılı nefes alma en sık astımda görülür ama KOAH (kronik bronşit ve amfizem), bronşiektazi (hava yollarının genişlemesi ve duvarının tahrip olması), akciğer kanseri, kalp yetmezliği, akciğere pıhtı atması vb pek çok hastalıkta da karşımıza çıkabilir.

Yanlış: Astım ile sigaranın hiçbir ilişkisi yoktur.
Doğru: Sigara astım krizlerinin en sık nedenidir. Hastanın kendisinin sigara içmesi ve/veya kendisi içmese bile sigaralı bir ortamda yer alması astım krizine girmesi için yeterlidir.

Yanlış: Astımın kilo ile bir ilişkisi yoktur.
Doğru: Yapılan bilimsel çalışmalarda astımın şişman insanlarda daha sık görüldüğü bildirilmiştir. Dolayısı ile ideal kiloda olmak astımda da önemlidir.

Yanlış: Astımlı hastalar bol oksijenin bulunduğu dağlarda, yüksek yerlerde yaşarlarsa iyileşirler.
Doğru: Temiz hava, bol oksijen elbette hepimiz için olduğu kadar astımlı hastalar için de çok önemli. Ancak unutulmaması gereken ve sıklıkla gözden kaçan nokta yüksek rakımda atmosfer basıncı düştüğünden havadaki oksijen basıncı da düşmekte ve bu da nefesle akciğerlere alınan yani vücuda giren oksijen miktarında azalmaya yol açmaktadır. Yani kısaca dağlara çıkmak tam ters bir etki gösterip astım hastalığını daha da kötüleştirmektedir. Yüksek oksijen atmosfer basıncının en yüksek olduğu (rakımın en düşük olduğu) deniz seviyesinde veya deniz seviyesine yakın ve hava kirliliğinin olmadığı bölgelerde bulunur.

Yanlış: Alerjik astımın en sık nedeni polenlerdir.
Doğru: Alerjik astım nedenleri içinde ilk sırada mite (ev tozu böcekçikleri) gelir. Bu nedenle mite alerjisi tespit edilen hastalarda özellikle evlerde bu konuda önlem alınması tedavinin en önemli bölümlerinden birini oluşturur.

Yanlış: Mite alerjisi olan astımlı hastanın yatak odasındaki halının kaldırılması yeterlidir.
Doğru: Mite halı, çarşaf, yastık, tüylü/yünlü oyuncaklar, kıyafetler, yatak örtüleri vb pek çok yerde bulunur. Bu nedenle evin tüm halılarının kaldırılması, yünlü oyuncakların evden uzaklaştırılması, battaniyelerin, yün yorganların, yastık ve yatakların nevresimle kaplanması (anti-alerjik kılıflar daha faydalı), tüllerin sık sık yıkanması, evin sık sık havalandırılması ve güneşlendirilmesi, sulu elektrikli süpürgelerin kullanılması, evdeki rutubet/nemin bertaraf edilmesi ve temizlik malzemesi olarak ta güçlü kimyasalların (tuz ruhu, çamaşır suyu vb) kullanılmaması çok mühimdir. 

5 Şubat 2015 Perşembe

Hamilelikte kozmetik kullanılır mı?

Bayanlar Hamilelik döneminde kozmetik kullanımında çok dikkatli olmalısınız...

Uz. Dr. Zerrin Baysal “Hamilelik döneminde kozmetik kullanımı “hakkında bilgi verdi.

Etiler Memorial Polikliniği ve Memorial Hastanesi Dermatoloji Bölümü’nden Uz. Dr. Zerrin Baysal “Hamilelik döneminde kozmetik kullanımı “hakkında bilgi verdi. Hamile kadınların en büyük sıkıntıları; ilaç, ışın, kimyasal maddeler ve deri yoluyla maruz kaldıkları maddelerin zararlarıdır. Bu kimyasal maddeler; solunum yoluyla, ağız yoluyla veya tensel temas ile alınabilirler. Bazı maddeler anne karnındaki bebeğin ( fetus) gelişimini olumsuz etkileyeceği gibi bazı maddelerinde hiçbir yan etkisi olmadığı deneylerle gösterilmiştir. Bazılarının ise, kötü etkilerinin olup olmadığı halen bilinmemektedir. Kimilerinde ise, gebeliğin belirli sürelerine kadar zararlı etkili, daha sonraki aylarda zararsızdır. Bu yan etkiler, bebeğe hem fiziksel hem de zihinsel zararlar verebilir, gelişimini engelleyebilir.

Özellikle saç boyarken tedbirli davranın

Kozmetik ( saç boyaları, kremler, parfümler, temizleyici maddeler vs..) kullanımında, genelde, en sık problem saç boyalarıdır. Sıklıkla kullanılan, kalıcı ve yarı kalıcı boyaların içindeki maddelerle yapılan deneylerde, bebek üzerine zarar verici etkiler görülmemiştir. Fakat tedbirli davranmak için, doğum sonrasına kadar saçların boyatılmaması daha uygundur. Değişiklik yapmak, beyazlarınızı gizlemek veya dip boya yaptırmak istiyorsanız, gebeliğin ilk üç ayından sonra, bitkisel saç boyaları kullanabilirsiniz.

Saç düzleştirme ve perma işlemlerini hamilelik sonrasına bırakın

Saç düzelticilerin ( straightener) ki bunlar sodyum hidroksit ve bisülfit denilen kimyasal oluşumlardır ve kullanılmaları tavsiye edilmemektedir. Saç düzeltmelerin, hava ısı ve press yolu ile yapılması daha güvenlidir. Perma gibi yöntemlerde ise kullanılan kimyasal maddeler saçlı deriden emilip kana karışabilir. Bunların kullanılması ile bebekte doğumsal sakatlık gelişmesi arasında ilişki saptanamamıştır, fakat tamamen güvenilir olduğunu söyleyebilmek içinde daha fazla araştırmaya ihtiyaç vardır. Bu yüzden doğum sonrasına kadar saçlarınızın doğal kalmasında fayda vardır.

Nemlendiricileri rahatlıkla kullanabilirsiniz

Deodorant, şampuan, ve diğer cilt bakım ürünlerinin, bebek gelişimi üzerine zarar verici etkileri olup olmadığı üzerine yeterli bilimsel araştırma olmamakla beraber şimdiye kadar herhangi bir problem rapor edilmemiştir. 
Cilt için kullanılan kremleri rahatlıkla kullanabilirsiniz. Cilt çatlaklarının oluşmasını azaltmak için kakao ve lanolin kremleri kullanılabilir.

Hamilelik döneminde makyajın zararlı olup olmadığı da sıkça sorulan sorulardan biridir. Ancak;
bu konuda herhangi bir çalışma yapılmamış olmakla birlikte; bugüne kadar makyajın hamilelik üzerinde olumsuz bir etkisi görülmemiştir.

Bebeğin gelişimindeki en önemli zaman ilk üç aydır. Bu süre içindeki zararlar diğer aylara göre daha fazla olmaktadır, kısa bir süre için biraz daha dikkatli olmak hem bizim hem de bebeğimizin sağlığı açısından faydalı olacaktır.

Çok sıcak su ile banyo yapmaktan kaçının

Hamilelik her yönüyle dikkat ve bakım isteyen bir süreç. Sağlıklı bir bebek sahibi olmanın yanında, annenin de kendine özen göstermesi arzulanan ve göz ardı edilmemesi gereken bir nokta. Hamilelikte ve sonrasında anneleri en fazla üzen konuların başında ise fazla kilolar ve cilt problemleri (çatlaklar) geliyor.

Doğumdan sonra vücudun deforme olmaması için hamilelik sırasında çok uzun süren ve çok sıcak banyolardan kaçınmak gerekiyor. Eğer bundan vazgeçemiyorsanız, hiç olmazsa çıkmadan önce ılık bir duş alıp bebeği rahatlatın. Aslında yalnızca ılık bir duş en uygunudur. Arada bir yapılacak hafif kese, kan dolaşımını artırır. Daha sonra kol ve bacaklara vücut sütü de tatbik ettiğinizde günlük vücut bakımınız bitmiş demektir.

Gebelikte fizyolojik cilt değişiklikleri ile baş etmek mümkün

Hangi kadında gebelikte ne gibi bir cilt değişikliği ortaya çıkacağını tahmin etmek zordur. Bazı anne adayları gebelik döneminde herhangi bir cilt sorunu yaşamazken, bazılarında cilt kuruluğu, karın çatlakları, kaşıntı, ciltte yağlanma gibi sorunlar ortaya çıkabilir. Bazı anne adaylarında da başta yüz olmak üzere vücudun her yerinde çok sayıda lekeler oluşabilir.

Gebelikte cilt değişikliklerinin sorumlusu gebeliğe bağlı her tür değişiklikte olduğu gibi gebelik döneminde artan hormonlardır...

Melasma, Kloazma (Gebelik maskesi)

Sıklıkla yanaklar, alın, üst dudak, burun ve çenede düzensiz sınırlı kahverengi lekelere “gebelik maskesi” denir. Yüzde 70-90 kadında görülen bu pigment artışı doğumdan sonra sıklıkla ortadan kalkar. Ender durumlarda pigment artışı adeta bir dövme yaptırılmış gibi cildin derin katlarına ulaşır. Böyle durumların tedavisi bu konuda tecrübeli bir cilt uzmanı tarafından gerçekleştirilir.

Hamilelikte güneş ışınlarına karşı dikkatli olun

Yoğun bir ultraviyole ışık kaynağı olan güneşten uzak durmak ve güneşe çıkıldığı zamanlarda en az 20 faktörlü bir güneşlenme kremi kullanmak lekelenmelerin azaltılmasında oldukça etkilidir. Yazın bulutlu havalarda bile güneşin UV ışınlarının cilde etki gösterebileceği unutulmamalıdır.Lekelenme olan bölgelerin makyajla kapatılmasında bir sakınca yoktur.

Gebelikte sivilceler

Gebelikte özellikle 8. haftadan itibaren değişen hormonal ortam bazı anne adaylarında önceden varolan sivilcelerin artmasına ya da ilk defa gebelik döneminde sivilcelerin ortaya çıkmasına neden olur. Ender durumlarda ise varolan sivilcelerde azalma görülür. Yüz cildi temiz ve kuru tutulmalıdır. Sivilceler kozmetik sorunlar yarattığında doktor önerisine göre topikal (bölgesel) ilaçlar kullanılabilir Dikkat edilmesi gereken diğer bir nokta da şudur: izotretinoin içerikli "sivilce ilaçlarının" doğumsal anomalilere neden olduğu kanıtlanmıştır. Bu yüzden gebelik döneminde sivilceleriniz için ilaç kullanmadan önce mutlaka doktorunuza danışmalısınız!

Tırnak değişikliklerini önemseyin

Tırnaklar cildin bir uzantısı olarak kabul edilirler ve gebelik döneminde artan hormonların etkisiyle tırnaklar yumuşayıp incelerek kolay kırılır hale gelebilirler. Tırnak cilası durumu daha da kötüleştirebilir. Bulaşık ve çamaşır yıkarken lastik eldiven kullanmak, el ve tırnaklara nemlendirici losyon sürmek çoğu durumda faydalı olur.

El ve ayaklarda kızarıklık

Latincede “palmoplanter eritem” adı verilen bu durum, gebelik dışındaki bir dönemde ortaya çıktığında bir karaciğer hastalığını düşündürmesine karşın; gebelik döneminde fizyolojik olarak ortaya çıkabilir. Avuç içlerinde ve nadiren de ayak tabanlarında kızarıklık ve kaşıntı şeklinde ortaya çıkar. Palmar eritemin de diğer çoğu cilt değişikliğinde olduğu gibi gebeliğe bağlı olarak kandaki östrojenin artması nedeniyle ortaya çıktığı düşünülmektedir. Kaşıntı şiddetli olduğunda nemlendirici kremler faydalı olabilir. Nemlendiricilere cevap vermeyen kaşıntılarda ise doktor önerisine göre bazı ilaçlar kullanılabilir.

Bedeninizin Diline Kulak Verin

Kişisel gelişim ve sağlıklı iletişim konusunda dünya çapında eğitimler veren MC Akademi Beden Dili İletişim Uzmanı Riccon İlhan Doğan, konu ile ilgili görüşlerini aktarıyor.

Beden dili kişiden kişiye değişiklik göstermektedir. Tüm davranışlarımız kişiliğimizle bağlantılıdır ve herkes farklı şekillerde tepkisini göstermektedir. Ortak özelliklerimiz olan hareketlerimiz, kiminde biraz daha belirginken, kiminde de kendini belli edememektedir.

Nefes almadaki sıklıklar, göz bebeğinin büyümesi, terlemeler, nabzın hızlı atması, kızarmalar, kan basıncının yükselmesinden kaynaklanır. Onun için bedenimizi çok iyi tanımamız, olaylar karşısında nasıl tepkiler gösterdiğimizi bilmemiz gerekmektedir.

Beden Dili ve Tanımı

Beden dili; duygularımızın bilinçli ve bilinçsiz iletilmesidir. Bedenin hareketlerinin durumu ve konumu, nesneler ve çevresi ile ilişkilidir. Sözler tek başına, kişinin anlatmak istediğinin gerçek anlamını yansıtmaktadır. Ancak insan tanımada beden dilini okumak, bize kişinin anlatmak istedikleri konusunda daha fazla bilgi vermektedir. Biz kelimelerin arkasından gittiğimiz için beden dilini izlemekte sıkıntı çekiyoruz. Bu yüzden gerekirse, bazen sözlere kulağımızı tıkamamız gerekebilir. Herkesin kişiliği farklı olduğu için; okuduğumuz her beden dili bize farklı bir keşfin kapılarını açacaktır.

Beden Dili ile Kavramak

Kişiler zor durumda kaldığında öğrenilmiş davranış olarak yalan söyleyebilir, aldatma ve rol yapma eğilimi içine girer. Günümüzde mimikleri analiz ederek kişinin yalan söyleyip söylemediği veya davranışlarının ne anlama geldiğini anlayabiliyoruz.
Kadınlar, erkeklere göre mimik okumada daha beceriklidir. Kadınlar iletişime daha önem verirken belli bir yerden sonra mimiklerde gerçekliği koruyamıyorlar. Korku, üzüntü, mutluluk, sürpriz ve öfke konusunda da sezgileri daha güçlü olabiliyor..

Bakışlarımız Kişiliğimiz Hakkında İpuçları Veriyor

Bir tartışma sırasında karşınızdaki kişinin samimiyetini ölçebiliyor musunuz? Birinin gülümsemesi gerçek mi yoksa sahte mi anlayabiliyor musunuz? Ya da birinin gergin bir ortamdaki bakışları kişiliğini mi yoksa tepkisini mi yansıtıyor?

Gözbebeklerimiz heyecan anında yüz kaslarımız ile farklı kombinasyonlara girerek duygularımız yansıtmaktadır.

- Mutluluk
- Üzüntü
- Öfke
- Şaşkınlık
- Nefret
- Korku

Sözsüz Sinyalleri Dikkate Alın

İletişim becerisi, hem özel hem profesyonel hayatta bize hep yardımcı olmaktadır. İş hayatında sözlü iletişim önemli bir yer tutar ancak sözsüz iletişim çok daha önemlidir. Beden dili iletişiminde başarılı bir kişi, karşısındakinin söylemek istemeyip saklı tuttuğu şeyleri de anlayabilir. Bu da kişilere iletişimde büyük avantajlar sağlayabilir.

Beden Dili İletişiminizi Geliştirmek İçin...

- İnsanlarla göz teması kurabilir (jestler, mimikler, duruş şekilleri ve ses tonu) bunları okumaya çalışırken kişinin ne anlattığına değil nasıl anlattığına bakılmalıdır.
- Birinin beden dili, sözleri ile eşleşmiyorsa; bir uyum içinde değilse o kişiye mutlaka dikkat etmek gerekir. Birinin çatık kaşları ile çok mutlu olduğunu söylemesi, işlerinin çok iyi gittiğini belirtmesi pek inandırıcı olmayacaktır.
- Ses tonu da iletişim de önemli bir yer tutar. Ses tonunun yoğunluğu ne kadar alakadar olduğunu gösterir. Birinin derinden konuşması ne kadar samimiyetse coşkun bir ses tonu da aynı şeyi ifade eder.
- Beden dili sinyallerinde sadece bir bölgeye bakmak yanlış olur. Vücuttaki tüm sinyallere bakmak ve bunları da bir süreç içinde izlemek gerekir.

Davranışlarınızı ve İletişiminiz Gözden Geçirin

Davranışlarınız sizin kartvizitinizdir. Biriyle ilk karşılaşmanızda ilk notunuzu alacağınız yönünüzdür. Sadece fiziksel değil zihinsel davranışlar da iletişiminizi kuvvetlendirmede oldukça önemli bir rol almaktadır. Etkileyici bir davranış biçimine sahip olmanız, karşınızdakinin sizin için olumlu düşünmesine sebep olacaktır.

Göz teması, dinç ve enerjik hareketler, dik ve güvenilir duruş davranışlarınızı belirlerken görüntünüz, bakımlı el ve tırnaklar, düzgün saçlar, kılık kıyafet karşınızdaki insan üzerinde olumlu etki yaratmanıza sebep olacaktır.

2 Şubat 2015 Pazartesi

Aşırı terlemenin en önemli nedenleri

Terleme insanlarda doğal olarak görülen bir durumken, aşırı terleme büyük sorunları beraberinde getirmektedir. Özellikle ter bezlerinin fazla çalışmasına bağlı olarak deri yüzeyine salınan terin artması sonucu, kişide gündelik yaşamı etkileyecek derecede fazla ve rahatsız edici terleme görülebilir. Bu soruna karşı çok değişik terleme tedavisi şekilleri uygulanabilir.

Superplast Estetik Cerrahi Merkezi’nden Op. Dr. Coşkun Levent Taşçı terleme tedavisinde en son yenilikleri paylaştı.

Ter miktarı kişiden kişiye göre değişebildiği için aşırı terlemenin tanısı ve değerlendirmesi çoğu kez zordur. Terin salgılanması insanlarda sinir sisteminin çalışması ile doğru orantılı olup, aşırı terleme toplumun yüzde 1'inde karşılaşılan bir sorundur. Bu durumun tedavisi ise yeni geliştirilen yöntemlerle artık mümkün.
Superplast Estetik Cerrahi Merkezi’nden Estetik, Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Coşkun Levent Taşçı, terleme tedavisiyle ilgili şu bilgileri aktarıyor:

“Aşırı terlemenin en önemli nedenleri arasında stres, değişik uyaran ilaçlar (emetikler, insülin), tiroid bezinin aşırı çalışması, böbrek üstü bezinde görülen hastalıklar, menopoz, hipoglisemi, şişmanlık, bazı kanserlerin tedavisinde kullanılan ilaçlar ve hormonlar yer alır. Sistemik hastalıklardan diyabete ve kalp yetmezliğine kadar pekçok sağlık sorunu da bu tür terlemeye yol açabilir. Pratikte en çok görülen terleme şekli; strese bağlı olan ve özellikle avuç içi, ayak tabanı, koltuk altı ve daha az olarak da yüz ve kasıkta terleme yapan tiptir.

Terleme olan bölgelerde bakteri üremesi kolaylaşacağı için aşırı terleme kokuya da neden olur ve kişinin fiziksel ve sosyal hayatını negatif yönde etkiler. Bu gibi durumlar özellikle ellerde, ayak tabanında, yüzde ve gövdede oluşabilir, böylece kişinin terlemesi ile stres arasında kısır bir denge oluşur. Stres durumu ile birlikte bu bölgelerde hızlı bir terleme gözlenir. Bu soruna karşı çok değişik terleme tedavisi şekilleri uygulanabilir:

- Hastanın beyaz renkli, hafif, pamuk elyaf içeren giysiler ve çoraplar giyilmesi tavsiye edilir.

- Bölgeye yönelik kurutucu pudra ve solüsyonlar kullanılması tavsiye edilir. Pudralar nemi alıp, bölgenin kurumasını sağlayabilir ve antiseptik ilaçlar ikincil enfeksiyonun yerleşmesini engelleyebilir.

- İyontoforez: Özellikle ellerdeki, ayaklardaki ve koltuk altı bölgesindeki aşırı terlemede kullanılan bir yöntemdir. Sık tekrarlanması gereken bu yöntemle, bölgesel, hafif ve orta derecede terlemesi olan hastalarda oldukça iyi cevap alınıp, 1 – 3 aylık iyileşme dönemleri sağlanabilir.

- Botoks ile terleme tedavisi: Özellikle el içi, ayak tabanı ve koltuk altı terlemesinde kullanılan bir ilaçtır. Bu yöntem ter bezlerini çalıştıran sinirlerin faaliyetlerini azaltarak terlemeyi birkaç kat azaltır ve ortalama etki süresi 8 – 10 aydır. El içi, ayak tabanı ve koltuk altındaki terlemeye karşı botoks uygulamaları oldukça pratik bir şekilde uygulanır. Son derece ince uçlu, insülin enjektörü vasıtasıyla problemli olan bölge içine botoks ilacı enjekte edilir, aşırı bir acı hissi duymadan, tedavi için defalarca zaman ayırmadan ve cerrahi herhangi bir bakıma gerek kalmadan ortalama 10 – 12 ay boyunca hem terlemenin miktarı oldukça azalır, hem de terin rahatsız edici kokusundan kurtulunur. Botoks, bu bölgede aşırı çalışan ter bezlerinin ve kasların istenmeyen hareketlerini etkilediğinden, terleme sorunu da giderilmiş olur. Bugün ülkemizde bilinçli, eğitimli ve tecrübeli binlerce hekim tarafından uygulanan bu yöntem ile oldukça yüz güldürücü sonuçlar alınmaktadır. Hem kadın hem de erkeklerde, birçok yaş grubunda tercih edilebilecek bu yöntem, sadece bu konuda bilinçli uzman hekim tarafından uygulanmalıdır.”