30 Mart 2015 Pazartesi

Cilt tipinize göre ürün seçebilir misiniz?

Tüm kadınlar gibi pürüzsüz, muhteşem bir cilde sahip olmak istiyorsunuz. Peki bunun için tek çare mucizeler vaat bir kreme küçük bir servet yatırmak mı? Uzmanlar, “Sadece doğru ürün seçin” diyor.

Genç ve güzel bir yüze sahip olmanın ışıl ışıl parlayan, gergin bir ciltle aynı anlama geldiğini artık hepimiz biliyoruz… Böyle bir cilde sahip olmak içinse, önümüze her gün yeni bir yol seriliyor: mucizeler vaat eden kremler, küçük estetik girişimler, besin takviyeleri ve cerrahi operasyonlar…

Bunların arasından bir seçim yapmak pek de kolay değil. Özellikle, kozmetikler en iddialı ve zahmetsiz vaatlerle her gün karşımıza çıkıyorlar. Ancak o küçük kavanozların pek çoğu adeta bir mücevher değerinde…
Peki, pahalı kozmetik gerçekten etkili kozmetik midir? Uzmanların bu soruya yanıtı; “en iyi kozmetik cildinize en uygun olandır” şeklinde. Pahalı kozmetikler, elbette bu alanda yapılan en son araştırmaların ışığında en iyi etken maddeler kullanarak uzun çalışmalar sonucu üretiliyorlar. Fakat sizin cilt tipinize uymayan birini seçtiğinizde fayda sağlamanız pek de olası değil. Kısaca yapmanız gereken, önce tam olarak cilt tipinizin nasıl olduğunu öğrenmek ve bu cilt tipi için önerilen ürünleri tercih etmek. Dermatoloji uzmanı Dr. Makbule Dündar, sizler için önce her bir cilt tipinin özelliklerini sıraladı sonra da bu doğrultuda hangi ürünün, nasıl kullanacağını anlattı.

Cilt tiplerine göre ürün seçimi:
 
Normal cilt: Görünümü şeffaf, nem ve yağ durumu dengeli, gözenekler kapalı ve pürüzsüz bir cilt tip normal cilt olarak kabul ediliyor. Kullanılabilecek ürünler: Krem veya süt tipi temizleyici, alkol oranı normal tonik (yüzde 5-7.5) hafif bir nemlendirici ve peeling krem. Otuzlu yaşlarda itibaren haftada 1-2 günden başlayarak uygulanan besleyici gece kremi, göz çevresi kremi ve maskeler.

Kuru cilt: 
Görünümü mat, yağ salgılanması normalin altında ve nem oranı çok düşük bir cilt tipi. Gözenekler ufak ve kapalı. Kullanılabilecek ürünler: Krem veya süt tipi temizleyici, alkolsüz tonik, yoğun bir nemlendirici, yoğun yağ ihtiva eden besleyici gece kremi, nem ve yağ depo edici maskeler, göz çevresi ve boyun kremleri, peeling krem, yaş ilerledikçe serumlar ve ampuller.

Karma cilt: 
T bölgesi (alın, burun ve çene) yağlı, yanaklar ve göz çevresi daha normal ve kurudur. Nemsizlik söz konusu olabilir. Yağlı kısımlarda gözenekler açık olabilir, siyah nokta ve sivilce görülebilir. Diğer bölgelerde gözenekler kapalıdır. Kullanılabilecek ürünler: Süt ve jel tipi temizleyici, alkol oranı düşük tonik (yüzde 3-5), cildin ihtiyacına göre nemlendirici, temizleyici, sıkılaştırıcı maskeler, peeling krem, otuzlu yaşlardan itibaren cildin ihtiyacına göre gece kremi ve göz çevresi kremi.

Hassas cilt: 
Deri, damarları gösterecek kadar incelmiştir. Kızaran, kaşınan dalga dalga olan ve yanan bir cilt türüdür. Kötü koşullara hemen reaksiyon gösterir. Susuz ve çok gerilen ciltlerdir. Kullanılabilecek ürünler: Süt tarzı temizleyici, alkolsüz tonik ve hassasiyet giderici bakım kremi.

Yağlı cilt: 
Görünümü parlak ve yağlıdır. Gözeneklerin içi dolu ve açık, siyah noktalı, sivilceye müsait cilt tipidir. Yağlı cildi 3’e ayırmak mümkün: Problemsiz yağlı cilt: Cilt parlak, nem oranı normal, gözenekler açık ve içleri genellikle siyah noktalıdır. Kullanılabilecek ürünler: Jel tipi temizleyici, alkollü tonik, çok hafif nemlendirici, temizleyici- sıkılaştırıcı maskeler ve peeling krem.

Yağlı ve hassas cilt: 
Cilt yağlı olmasına rağmen nemsizdir. Geniş gözenekler boş da olabilir. Deri hassasiyete bağlı hafif kırmızıdır; pul pul kalkabilir. Kullanılabilecek ürünler: Süt tipi temizleyici, alkolsüz tonik, çok hafif nemlendirici, hassasiyet giderici kremler, pomatlar, hassasiyet giderici ve yağ dengeleyici maskeler.

Akneli yağlı cilt: 
Yağ salgısı normalin üstünde olduğundan devamlı parlayan bir cilttir. Sivilce, akne ve siyah nokta yoğundur. Gözenekler genişlemiş, içleri doludur. Nem oranı normaldir. Kullanılabilecek ürünler: Akne; mutlaka bir dermatolog denetiminde, medikal olarak tedavi edilmelidir. Medikal tedaviye ek olarak günlük bakımda verilebilecek ürünler; sabun veya jel tipi temizleyici, alkol oranı yüksek tonik, çok hafif nemlendirici, temizleyici ve sıkılaştırıcı maskeler.

Olgun cilt: 
Olgun cilt, hücrenin yaşam ritminin yavaşlaması sonucu oluşan bir cilt tipidir. 60’lı yaşlara doğru yağ bezeleri ifrazatında yüzde 50’nin üzerinde azalma olur. Deride incelme, sarkma, derin çizgiler ve cilt lekeleri meydana gelir. Özellikle 35 yaşından itibaren uygulanan kürler, cildin güzelliği için önemlidir. Kullanılabilecek ürünler: Süt veya krem tipi temizleyici, alkolsüz tonik, yoğun nemlendirici, besleyici, hücre yenileyici bakım kremi, yağ ve nem depo edici hücre yenileyici maskeler, serim, ampuller ve peeling krem.Günümüzde oldukça etkili anti aging programları dermatologlar gözetiminde uygulanmakta ve doğru medikal kozmetik ürünler dermatolog denetiminde kullanıldığı zaman yüz güldürücü sonuçlar elde edilmektedir.

29 Mart 2015 Pazar

İyi Hissetmek İçin Dengeli Beslenin

Türkiye’de özellikle doymuş yağ, şeker ve tuz içeriğinin yüksek olduğu, fakat tahıl ürünleri, meyveler ya da sebzeler açısından yetersiz olan yüksek kalorili bir beslenme tarzı uyguluyoruz. 

Öte yandan işimizde ve boş zaman faaliyetlerimizde giderek daha az fiziksel aktivitenin yer alması ve modern yaşam koşullarımızın bizi daha hareketsiz bırakması da kalori yakmamızı engelliyor. İşte bu alınan kaloriler ile yakılan kaloriler arasındaki dengesizlik; fazla kilo alımının ve kendini kötü hissetmenin temel nedenini oluşturuyor.

Beslenme dengesi açısından düşündüğümüzde, küçük bir değişiklik yaparak dengenin tersine çevrilmesi, yani alınan kalorilerden daha fazla kalorinin yakılması gerekiyor. Bu, uygulamada zor olmasına rağmen, sağlığa yararları düşünüldüğünde, harcanan çabaların buna değeceği şüphesiz. Sağlıklı bir vücut ağırlığı, kalp hastalıkları, felç, diyabet ve yüksek tansiyon gibi birçok sağlık sorunu riskini de azaltıyor.

Arabamıza koyduğumuz yakıt gibi, beden de farklı işlevlerini yerine getirmek için her gün özel bir dengeli enerji karışımına ihtiyaç duyar. Kilo vermeye çalışırken, kas kütlesini değil de yağı kaybedebilmek için aşağıdaki gibi dengeli bir karışım gereklidir:

- Günlük kalorilerin % 50-60’ı Karbonhidratlardan alınacak (meyve - sebzeler, makarna, pirinç, şeker, ekmek)
- Günlük kalorilerin % 20-30’u Yağlardan alınacak (süt ürünleri, sıvı yağ, kuruyemişler, et)
- Günlük kalorilerin % 10-20’si Proteinlerden alınacak (yumurta, süt, kırmızı et, tavuk, balık, tam tahıl, fasulye, kuruyemişlerden) ve günde 1,5-2 litre su içilecek

Sağlıklı Karbonhidratları Seçin İyi Hissedin :
Karbonhidratlar bedene fiziksel aktiviteler ve organların düzgün işlemesi için ihtiyaç duyulan yakıtı sağlamaktadır ve sağlıklı bir beslenme düzeninin önemli parçasıdır.

“En iyi” karbonhidrat kaynakları, vücut için gerekli olan temel vitaminleri, mineralleri ve lifleri sağlayan meyvelerde, sebzelerde, fasulyede ve tam tahıllarda bulunmaktadır. Kalori ya da yağ düzeyi düşük fakat lif açısından zengin kalp dostu besleyici maddeler, kendimizi daha uzun süre tok hissetmenize neden olmaktadırlar.

“Kötü" karbonhidrat kaynakları ise genellikle beyaz ekmek, pastalar, gazlı, şekerli içecekler ve diğer çok işlenmiş gıdalardan kolaylıkla sindirilen karbonhidratlardır. Bunlar kilo almaya katkıda bulunabilir, kilo verme sürecini zorlaştırabilir ve bu nedenle beslenme düzeninizde azaltılmalıdır.

Pratik ipuçları:
• Kahvaltıyı es geçmeyin ve öğle yemekleri ve atıştırmalar için tam tahıllı ekmekleri tercih edin.
• Yemeklerinize soya ve fasulye ekleyin; bunlar çok iyi yavaş sindirilen karbonhidrat ve protein kaynaklarıdır.

Sağlıklı Yağları Seçin İyi Hissedin:
Yağlar kötü ünlerine rağmen, beden için temel bir enerji kaynağıdır ve bedende çeşitli vitaminlerin akışına ve emilimine olanak tanımaktadır. Beslenme düzeninizdeki yağ miktarını %20-30 oranında tutun ve yağın gram başına 9 kalori içerirken, proteinin gram başına 4 kalori içerdiğini unutmayın. En önemlisi, doğru tür sağlıklı yağ yemektir.

Sağlıklı Proteinleri Seçin İyi Hissedin:
Proteinler kas oluşturmanıza yardımcı olan önemli besin maddeleridir. Ayrıca proteinler kilo verme ya da kilo kontrolünde de temel bir öğe olabilir. Bazı çalışmalar, yüksek proteinli diyetlerin tokluk üzerinde karbonhidratlar ve yağlardan daha büyük bir etkisi olduğunu ortaya koymuştur. Sonuç olarak, kas kaybını asgari düzeye indirmek ve yağ kaybını azami düzeye çıkarmak için, yeterli protein aldığınızdan ve bu protein kaynaklarını her öğüne eşit olarak dağıttığınızdan emin olun.

Protein kaynakları ya hayvansal ve süt ürünleri kaynaklıdır ya da bitkiseldir. Hayvansal proteinler ve süt ürünleri tüm amino asitleri içermekle birlikte, önemli bir yağ kaynağıdır. 170 gram biftek 40 gram proteinin yanında, 14 gramı doymuş olan 38 gram yağ sağlamaktadır. Bu, önerilen günlük doymuş yağ alımından yüzde 70 daha fazladır.

Fasulye, kuruyemişler ve tam tahıllar gibi bitkisel protein kaynakları ideal seçimlerdir. Bitkisel proteinler arasında, soya, tek kaliteli tam protein olması açısından bir istisnadır. Yani bedeninizin ihtiyaç duyduğu tüm temel amino asitleri sağlamaktadır. Bu nedenle, soya proteini ürünleri kolaylıkla hayvansal gıdaların yerini alabilir. Tokluk hissini arttırmak ve kilo kaybına yardımcı olmak açısından diğer kaliteli proteinler kadar etkili olduğu kanıtlanmıştır.

Pratik ipuçları:
• Nadiren küçük bir porsiyon kırmızı et yiyin, ya da etin en yağsız kısımları tercih edin
• Kırmızı ete alternatif olarak, soya proteini ürünleri, bakliyat, balık ya da yağsız tavuk tüketin

Kilo verirken beslenme ve egzersiz düzeninizde büyük değişiklikleri sürdürmek genellikle zordur ve bedeni temel besin maddelerinden mahrum bırakabilir. Bu tür büyük değişiklikler, metabolizmayı yavaşlatacak ve kas kaybına yol açacaktır. Amaç, yavaş yavaş daha iyi beslenme alışkanlıklarını benimsemek, kilo kaybederken, sağlıklı bir kiloya ulaşıldığında, bunu korumak ve iyi hissetmektir.

Çocuğunuz Uyumuyor mu?

Çocuklarda yaşanan uyku problemleri anne ve babaları en huzursuz eden konuların başında geliyor. 

Birçok ebeveyn, "Çocuğumu yatağına yatıramıyorum, tek başına yatmak istemiyor, korkuyor, sık sık uyanıyor, uykuda diş gıcırdatıyor."gibi şikâyetlerle hekime başvuruyor. Çocukta uyku sorununun pek çok nedeni olabildiğini ifade eden Üsküdar Üniversitesi Etiler Polikliniği Çocuk ergen Uzman Psikoloğu Aynur Sayım, yaşanan uyku problemlerinin fiziksel olduğu kadar duygusal kaynaklı da olabileceğini belirtiyor.

Anne-babanın, bebeğin ihtiyaçlarına duyarlı olmaları gerektiğine dikkat çeken Sayım, onları ihmal etmemeleri, korkular ya da anksiyete nedeniyle uyuyamayan çocukları anlamaları gerektiğini hatırlatıyor.

Doğumdan itibaren ilk yıl bebeğin bedensel gereksinimleri ve şikâyetleri, ortam ısısı, gürültü, annenin bebek ile kurduğu güven ilişkisi, ihtiyaçlarını karşılama biçimi, annenin psikolojisinin uykuyu etkileyebileceğine dikkat çeken Sayım, bu dönemlerde bebeklerin acıkıp, gaz çıkarabileceği gibi reflüsünün de olabileceğini ifade ediyor.

Uykunun bebek gelişimi açısından temel gereksinim olduğunu, her çocuğun uyku alışkanlıkları ve gereksinimlerinin farklılık gösterebileceğinin altını çizen Sayım, yeni doğan bir bebeğin günde 16-17 saat uyuyabilmekte olduğunu kaydediyor.

Çocuklar davranış diliyle konuşur
Uyku sorunlarının büyük kısmının ikinci yıldan itibaren göründüğünü sözlerine ekleyen Sayım söz konusu sorunları ise şu şekilde ifade ediyor.

Uykuya dalma sıklıkla zor olur. Sonraki dönemlerde de korkular, çocuğun anksiyetesinin yüksek olması, uyurgezerlik, diş gıcırdatma görülmeye başlar. Çocuklar davranış diliyle konuşurlar. Eğer bir sorun yaşıyorlarsa bunu, davranış sorunlarıyla ifade ederler. Uykuya dalmada zorluk ve uyku bölünmeleri, uykuda alt ıslatma, genellikle çocukta sorun alanının habercisidir.

Çocuk, anne-babadan ayrılıp odasına geçmek istemeyebilir. Çünkü ayrılacağı odada bir hareket, dinamizm vardır ya da çocuğun anne ve babasıyla aralarında yeterli iletişim yoktur. Anne-baba işten geç geliyordur veya çocuk, onlarla doyurucu bir ilişki yakalayamıyordu. Tüm bu nedenlerle iletişimi devam ettirme peşinde olan çocuk, yatağına gitmek istemez.

Anksiyete uyku kalitesini etkiliyor
Anne-baba arasında sorunlar, kavgalar veya anne-babanın psikolojik sorunları varsa, çocukla iyi, güven veren bir ilişki tarzları oluşmamışsa, çocuk, kardeş kıskançlığı yaşıyorsa, okul, öğrenme, uyum sorunları varsa, çocuğun anksiyetesi yükselir. Bu huzursuzluk, uyku kalitesine yansır. Korkuyorum diyebilir, anne-babaya yakın olmak isteyebilir, hele ki küçük kardeş anne-babanın odasında ve o ayrı odada yatıyorsa, o odaya gelme girişimi genellikle olacaktır.

Geçiş nesnesine bağlanmak normal karşılanmalı
Çocuk anneden ayrışmaya tahammül edemediği dönemde bu her çocukta değişken olmakla birlikte 2-3 yaş arası olur bir geçiş nesnesine bağlanabilir. Bu bir battaniye, annenin bir eşyası, yumuşak bir oyuncak olabilir. Bundan dolayı çocuğu yargılamamak, o eşyayı yok etmemek gerekir. Çünkü çocuğun gelişiminde bir anlamı vardır bu nesnenin. Bir sonraki döneme geçebilmesi için çocuk kendisine bir yol bulmuştur.

Sayım çocuklardaki uyku problemlerinin altında nörolojik sorunların da olabileceğine dikkat çekiyor. Bu durumlarda Sayım bir nörolog yardımının kaçınılmaz olduğunu ifade ediyor.

Uyurgezerlik ve uykuda konuşmanın çocuklarda görülen uyku sorunlarından olduğunu belirten Sayım bu problemlerin çocuk çok derin uykuda olduğu dönemde görüldüğünü söylüyor.

Sayım uyku sorunlarının çözümünde ailelere önemli uyarılarda bulunuyor.

Ailelere Öneriler Neler Olmalı?
 Bebeğin ihtiyaçlarına duyarlı olup, ihtiyaçlarını zamanında karşılayın, bebeği uykudan sık uyandırmayın, fazla uyaran vermeyin.
Uzman Psikoloğu Aynur Sayım
 Çocuğunuzla güven veren bir ilişki kurun. Ona bireyselleşmesi için destek olun, ona güvendiğinizi hissettirin, fazla korumayın, ama ihmal de etmeyin.
 Uyku öncesi ortamı sakinleştirin. Gürültü, hareketli ve eğlenceli bir ortam varsa, çocuk uyumak istemez.

 Çocuğunuza düzenli zaman ayırın ve onunla kaliteli, keyifli, etkileşim içeren paylaşımlarda bulunun. Oyun oynamak, aktivite yapmak gibi.
 Çocuğunuzu bu sorundan dolayı yargılamayın, cezalandırmayın, hele ki korkuları ve anksiyetesi nedeniyle uyuyamıyorsa, onu anlamaktan uzak bir yaklaşım, hem ilişkinizi bozacak, hem çocuğun sorunu daha da büyüyecektir.
 Onu anlamaya çalışın, dinleyin, rahatlatın.

 Disiplin sorunu var ise, davranış, puanlama çalışmaları yaparak, ödül odaklı ve kararlılık içeren bir sistem kullanabilirsiniz.
 Çocuğun yanında tartışmayın, birbirinizi eleştirmeyin, sürekli her yerde bu sorundan bahsetmeyin...
 Çocuğun uyumunda, dikkatinde, öğrenmesinde sorunlar varsa, alt ıslatıyorsa, agresif ya da içe kapanımı varsa, mutlaka bir uzman yardımı alın.

Kendi küçük ama derdi büyük

Ağızda kötü koku, dilde renk değişimi, diş çürüğünüz, dişlerde sararma varsa diş hekimine görünmenin vakti çoktan gelmişte geçiyor demektir.

Hisar Intercontinental Hospital Ağız ve Diş Sağlığı Bölümü Uzmanı Dt. Banu Okur Çakmakçı, en sık karşılaşılşan ağız ve diş sağlığı problemlerini anlattı.

DİŞ ETİ HASTALIĞI
Diş eti sınırı boyunca bakteri plağı birikmesi uzun süre orda kalması diş eti hastalıklarına yol açabilir. Gingivitis, dişeti hastalığının ilk aşamasıdır. Sigara kullanımı, kötü beslenme, stres, kötü ağız hijyeni nedeniyle oluşan diş eti hastalıklarının ilk belirtileri kırmızı, şiş ve kanamalı diş etleridir. Doğru ağız hijyeni ve tedaviyle diş eti hastalıklarından korunmak mümkündür.

PERİODONTİTİS (İLERLEMİŞ DİŞ ETİ HASTALIĞI)
Diş eti hastalıklarının ilerlemiş aşaması olan peridontitis diş eti enfeksiyonudur. Artan diş eti iltihabı tedavi edilmezse özellikle yetişkinlerde diş kaybının en önemli nedenlerinden biridir.

AĞIZ KOKUSU
Yiyecek artıkları diş çevresinde birikerek bakterilerin de yardımıyla kötü ağız kokusuna sebep olur. Sürekli kötü ağız kokusu veya ağzınızda kötü bir tat olması, devamlı ağzınızdan nefes aldığınızın, ağız kuruluğunun, dişeti hastalığının hatta diyabetin belirtisi olabilir. Ağız kokusu ile savaşmak için dil ve diş fırçalamak, bol su içmek, ağız kokusu yapan gıdalardan kaçınmak gerekir. Bütün bu önlemlere rağmen ağız kokunuz devam ediyorsa mutlaka diş hekiminize başvurun.

AFTÖZ ÜLSERLER
Çok bilinmeyen, küçük ama ağız içerisindeki ağrılı kabarcıklarla kendini gösteren aftöz lezyonlar, aşırı duyarlılık, enfeksiyon, hormonlar, stres nedeniyle tetiklenebilir. Hekim kontrolünde ilaç tedavisi ile iyileşir.

SİYAH KILLI DİL
Kremden kahverengiye değişen renklenme dil sırtında lokalize olur. Antibiyotik kullanımı, kötü ağız hijyeni, sigara, alkol, yoğun çay-kahve tüketimi nedeniyle dilin üzerinde yaşayan bakterilerin oluşturduğu bir hastalıktır. Dil siyah görünümlü ve tüylüdür. Etkenin ortadan kaldırılmasıyla dilin fırçalanmasıyla tedavi edilir.

COĞRAFİK DİL
Dilin içerisinde kendiliğinden oluşan irili ufaklı çatlakların görünümü haritaya benzer. Coğrafik dil zararsızdır, genellikle herhangi bir tedavi gerekmez. Acı varsa, ağrı kesici ve anti-enflamatuar ilaçlar yardımcı olabilir.

AĞIZ KANSERİ
Sigara kullanımı, güneşe aşırı maruz kalma gibi nedenlerle ortaya çıkan ve yüzde açıklanamayan uyuşma, ağız ve boyun ağrısı belirtileriyle kendisini gösteren ağız kanseri; çiğneme, konuşma ve yutkunmada zorluğa yol olabilir. Erken dönemde teşhis edildiğinde tedavi edilebilir.

TEMPROMANDİBULAR EKLEM RAHATSIZLIĞI
Tempromandibular Eklem Rahatsızlığı çene, yüz, kulak ve boyunda şiddetli ağrıya; diş sıkma, gıcırdatmaya neden olabilir. Ağız koruyucusu, ilaç tedavisi ve gerektiğinde ameliyatla tedavi edilir.

PAMUKÇUK
Candida mantarının neden olduğu pamukçuk bebekler ve daha yaşlı yetişkinlerde görülür. Zayıflayan bağışıklık sistemi, yoğun antibiyotik kullanımı, diyabet gibi nedenlerle tetiklenen hastalık ağrıya neden olarak özellikle bebeklerin beslenmesinde problem yaratabilir. Mutlaka hekime başvurarak kişiye uygun tedaviye başlamak gerekir.

DİŞ ÇÜRÜKLERİ, APSELER, RENK DEĞİŞİKLİĞİ
Düzenli diş hekimi ziyareti, günlük fırçalama ve diş ipi ile temizlik sayesinde dişlerinizi çürük, apse ve renk değişikliklerinden koruyabilirsiniz. Ancak dişiniz ağrıyor ve buna kulak ağrısı ya da ateş eşlik ediyorsa mutlaka diş hekiminize başvurun.

Nezle mi oldunuz? Yoksa Bahar Alerjiniz mi var?

Bu aralar çok sık nezle olmaya başladıysanız, ateşiniz olmadığı halde boğazınız ağrıyorsa, özellikle sabahları yorgun kalkıyor, burnunuz sürekli kaşınıyor ve üst üste hapşırıyorsanız bahar alerjiniz başlamış olabilir.

İlkbaharla birlikte sıklıkla görülmeye başlayan bahar alerjilerini Hisar Intercontinental Hospital Kulak Burun Boğaz Hastalıkları, Baş ve Boyun Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Seyhan Alkan ile konuştuk.

İlkbaharda en sık görülen hastalıklardan birinin bahar alerjisi olduğunu dile getiren Doç. Dr. Seyhan Alkan; ‘Dünya nüfusunun yaklaşık %30-40’ını etkileyen alerjik hastalıkların zirve yaptığı dönemlerden biri ilkbahardır. Bitki örtüsünün polen yoluyla yenilendiği bu dönemde soluduğumuz havadaki alerjen miktarı çok artar. Mart ayı ile başlayan ağaç polenleri, Haziran ayıyla birlikte çimen polenleri dönemi ile devam eder.

Sıklıkla düzelmeyen soğuk algınlığı, nezle, grip benzeri şikayetler oluşturur. Alerjik üst solunum yolu hastalıklarının teşhisinde önce kişinin şüphelenerek hekime başvurması çok önemlidir. Ateş olmadan boğaz ağrısı, burun tıkanıklığı, kuru öksürük, geniz akıntısı, halsizlik, yorgunluk, özellikle sabahları üst üste hapşırma, ses kalitesinde değişiklikler gibi üst solunum yoluna ait bulgular ortaya çıkıyorsa ve bu durum birkaç hafta aynı seyirde devam ediyorsa mutlaka alerjik hastalıkları akla getirmek ve bir hekime başvurmak gerekir.

Şikayetlerinizi net olarak ifade etmezseniz boğaz enfeksiyonu (farenjit), sinüzit, kulak enfeksiyonu, gırtlak enfeksiyonu (larenjit) şeklinde yanlış tedaviler alabilir; dolayısıyla hastalıklarınızın süresi uzayabilir. Kulak burun boğaz endoskopik (kameralı) muayenesi ile teşhis son derece kolaydır, ayrıca alerji testleri kandan ve deriden yapılabilir. Alerjik hastalıkları teşhis edilen hastalar antigribal, antibiyotik, ağrı kesici, öksürük şurubu gibi gereksiz ilaç kullanımından kurtulmuş olur.

Teşhis ve tedavisi geciken hastalar ise orta kulak, sinüsler, boğaz ve gırtlak bölgesinin kronikleşen hastalıkları ile mücadele etmek zorunda kalabilirler. Üst solunum yolu alerjisi tedavi edilmeyen hastalarda alerjik astım hastalığı riski de belirgin olarak artar.’ açıklamasında bulundu.


Doğurganlığı arttırmak için öneriler

Herkes belli bir yaşa geldiğinde, hayatta belli beklentileri gerçekleşince “çocuk sahibi” olmayı planlamaktadır. Kimisi için yakın zamanda, kimisi içinse yıllar sonra, ama her kadın için bebeğini kucağına almak vazgeçilmez bir içgüdüdür. Ancak günümüzde kadınlar artık daha geç çocuk sahibi olmak istediklerinden bazen hamile kalmakta zorluk çekebilirler. 

KadıköyŞifa Sağlık Grubu Tüp Bebek ekibinden Op. Dr. Furkan Kayabaşoğlu, hamile kalma sürecini kolaylaştırmak için önerileri sıraladı.

Kadınların iş hayatında aktif rol oynamaları ister istemez anne olma yaşını arttırmıştır. KadıköyŞifa Sağlık Grubu Tüp Bebek ekibinden, Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Furkan Kayabaşoğlu, geçmişte anneliğin en sık 20 - 25 yaş aralığında görüldüğünü, günümüzde ise anne olma yaşının yumurtlama kapasitesinin azaldığı ileri yaşlara kaydığını belirtiyor.

Özellikle 35 yaş sonrası doğurganlığın hızla düştüğü gerçeği göz önünde bulunduğunda, günümüzün modern kadınının, doğurganlık yıllarını uzatmanın yolunu araması kaçınılmazdır. İşte size Op. Dr. Furkan Kayabaşoğlu’ndan doğurganlığın arttırılması için 10 önemli hayat tarzı değişikliği önerisi:

Bir beslenme uzmanına görünün
Beslenmeniz hem sağlığınız, hem de doğurganlığınız için çok önemlidir. Bu nedenle yaşamınız için bir beslenme uzmanı edinmelisiniz. Beslenme uzmanınızın önereceği tetkikler ile beslenmenizin kalitesini arttırabilirsiniz. Vitamin ve mineral eksikliğiniz, size uygun bir beslenme programı hazırlanarak kapatılabilir. Diyetinize düzen kazandırdıktan yaklaşık dört ay sonra etkilerini fark edeceksiniz.

Vitamin ve mineral takviyesi yapın
Besinler içerdikleri vitamin ve mineraller sayesinde besleyicidirler. Günümüzde hazır gıdaların içerdiği katkı maddeleri nedeniyle besleyici özellikleri düşüktür. Mevsimine uygun meyve ve sebze tüketilmemesi durumunda beslenmenizi vitamin ve minerallerle takviye etmeniz gerekiyor. Eğer kendinize özel bir beslenme programı edinme şansınız yoksa, size küçük bir tüyo verelim: Günlük 1000 mg keten tohumu ya da yağı, 1000 mg C vitamini ve çinko alabilirsiniz. Basitçe hamileler için tasarlanmış bir multivitamin tablet almanız benzer etkiyi sağlayacaktır.

Beslenmenizden zararlı yağları uzaklaştırın
Vücudumuz bazı yağ asitlerine ihtiyaç duymaktadır. Mesela balıklarda ve cevizde bol miktarda bulunan omega3 yağ asidi başta sinir hücreleri olmak üzere birçok hücrenin temel yapı taşıdır. Buna karşın margarinlerde bulunan hidrojenli yağlar ve et - süt ürünlerinde bulunan doymuş yağlardan uzak durmak gerekmektedir.

Fazla zayıf veya şişman olmak doğurganlığı olumsuz etkiler

Vücut ağırlığınıza dikkat edin
Kadınların doğurganlığında vücut ağırlığı çok önemlidir. Doğurganlığın azaldığı belli bir vücut ağırlığı yoktur, hesap yapılırken boy da göz önünde tutulmalıdır. Vücut - kitle indeksinin 20 - 25 arasında olması doğurganlık için idealdir. Vücut - kitle indeks hesaplaması vücut ağırlığının boyun karesine bölünmesi ile hesaplanmaktadır. Hem aşırı zayıf olmak, hem de kilolu olmak yumurtlamayı olumsuz etkilemektedir.

Sigara içmekten vazgeçin
Sigara içmek sadece doğurganlığa değil genel sağlığa zararlıdır. Üreme sağlığı açısından sigara kadınlar için menopoz yaşının daha genç yıllara kaymasına, erkekler içinse sperm hareketliliğinin azalmasına neden olmaktadır. Sigaranın zararlı etkisi sadece nikotin değil içerdiği binlerce kimyasallar nedeniyle olmaktadır. Piyasada “light” şeklinde satışı yapılan sigaraların zararlı etkileri diğerlerine göre daha az değildir. Bu nedenle sigaranın az sayıda tüketilmesi ya da “light” tercih edilmesi doğurganlık üzerine olumsuz etkileri azaltmamaktadır.
Op. Dr. Furkan Kayabaşoğlu

Hamile kalmak için sigarayı bırakın, alkol ve kahveyi azaltın

Alkol ve kahveyi abartmayın
Bilimsel araştırmalarda, doğurganlık üzerine olumsuz etkileyen alkol ve kafein seviyesinin hangi sınırda olduğu üzerine fikir birliği mevcut değildir. Bu nedenle bu maddelerin sosyal hayatta tüketilmelerinin doğurganlığı olumsuz etkilemediği ancak bağımlılık seviyesinde tüketilmesinden uzak durulması önerilmektedir. Özellikle hamilelik planladığınızda alkol ve kahveyi biraz sınırlandırmak yerinde olacaktır.

Sık sık tatil yapın
Hamilelik sıklıkla tatilde oluşmaktadır. Bunun ilk nedeni çiftlerin tatilde günlük streslerden uzaklaşarak daha sık ilişkiye girmeleridir. Stres hem cinsel performansı azaltarak, hem de hormonal dengeyi olumsuz etkileyerek doğurganlığı azaltır. Yıl içinde kısa süreli de olsa sık sık tatile çıkarak hayatınızdaki streslerden uzaklaşmaya çalışın.

Cinsel ilişki kalitesini arttırın
Çok sık cinsel ilişkiye girmek de, çok seyrek ilişki de doğurganlığı azaltacaktır. En uygun olan cinsel performans haftada 2 - 4 arası cinsel ilişkide bulunmaktadır. Bu sıklıkta seks yapmak hem sperm sayısını ve hareketliliğini olumlu etkileyecektir, hem de yumurtlama zamanına denk gelerek hamilelik oluşumunu sağlayacaktır.

Sabırlı olun, acele etmeyin
Tüm bu beslenme ve hayat tarzınızdaki değişiklik uyguladıktan sonra hamile kalmak için acele etmeyin. Unutmayın ki her kadın ayda sadece bir gün yumurtlar ve sağlıklı çiftler için aylık hamile kalma oranı %20 civarındadır. Hayatınızdaki bu değişiklikler 3 - 4 ay içinde etkilerini göstermeye başlayacaktır.

Yaza Girerken Hem Kilo Verin Hem Sağlıklı Beslenin

Uzun ve çok soğuk bir kışın ardından birdenbire sıcak bir yazla karşılaştık. Kışın çok dikkat edilmeyen kilolar ve kilo verme üzerine verilen vaatleri de göz önünde bulundurursak bu sürece hazırlıksız yakalanmış olma ihtimaliniz çok yüksek…

Hasretle beklediğimiz yaz mevsimiyle, üzerimizde kıyafetlerimiz hafiflemeye başlayınca görüntümüzü daha da önemser hale geldiğimizi dile getiren Hisar Intercontinental Hospital Beslenme ve Diyet Uzmanı Elif Karacanoğlu, "Birçoğumuzda fazla kiloları üzerimizden atma telaşı var. Ancak bunu tamamen yemeği kesmek yerine daha sağlıklı beslenerek ve sağlıklı beslenmeyi yaşam tarzı haline getirerek yapmak çok daha doğru.

Çünkü havalar ısındıkça beslenme şeklimiz de değişiyor. Yaz mevsiminde sıcakların da etkisiyle vücutta fazla su kaybı meydana geliyor. Bu su kaybı kilo kaybı değildir, sizi yanıltmasın. Bunun sonucunda bayılma hissi, bulantı, baş dönmesi gibi sağlık problemleri baş gösterebiliyor" açıklamasında bulundu.

Sağlıklı Beslenerek Kilo Vermek İstiyorsanız…

• Aşırı yağlı ve şekerli yiyecekler yerine; vitamin, mineral ve su içeriği daha yüksek olan meyve ve sebzeleri tercih edin.
• Tam tahıl ürünleriyle beslenin.
• Beyaz et tüketimine ağırlık verin.
• Zeytinyağlı sebze yemekleri ve bol salata içeren öğünler tercih edin.
• Artan sıvı kaybını önlemek için günde en az 2-2,5 litre su tüketin. Spor yapıyorsanız bu miktar biraz daha artabilir. Günlük sıvı alımında suyun yanı sıra soda, sebze ve meyve suyu, limonata, ayran ve bitki çayları gibi sağlıklı içecekler tüketin.
• Yaz mevsiminde günler uzadığı için az az ve sık sık yemek yiyerek gün içerisinde saatlerce aç kalmayın. Sağlıklı ara öğünler tüketerek açlık hissi ile daha iyi başa çıkabilirsiniz.
• Kan şekerini aniden yükselten çikolata gibi glisemik indeksi çok yüksek besinleri kontrolsüz şekilde tüketmeyin.
• Besleyici değeri çok yüksek olan süt, yoğurt grubu besinleri daha sık tüketin.
• Birçok mineralden ve elzem yağ asitlerinden zengin olan ceviz, badem gibi kuruyemişleri tercih edin.
• Ağır şerbetli tatlılar yerine daha hafif, dondurmalar ve sütlü tatlılar tüketin.

24 Mart 2015 Salı

Cildinizdeki Değişimler Hastalıkların Habercisi Olabilir!

Cildinizde meydana gelen küçük değişikliklerin aslında birçok hastalığın da habercisi olabileceğini biliyor muydunuz?

Hisar Intercontinental Hospital Dermatoloji Uzmanı Dr. Funda Ataman ile yetişkinlik döneminde görülen cilt problemlerinin altında yatabilen hastalıkları konuştuk…

Zona (Herpes Zoster)
Çok hassas ciltlerde görülen Zona, yanma ve karıncalanma ile başlar. Genellikle gövde ve kalçalarda görülen nokta halindeki döküntüler yaklaşık iki hafta sürecek ağrılı kabarcıklara dönüşür. Antiviral ilaçlar, steroidler, antidepresanlar ve topikal ajanlar ile tedavi edilebilir.

Kurdeşen (Ürtiker)
İlaçlar, gıdalar, gıda katkı maddeleri, aşırı sıcaklıklar ve boğaz ağrısı gibi enfeksiyonlar nedeniyle ortaya çıkabilen ürtiker; genellikle kaşıntılı, bazen batma ve yanma hissiyle belirtilerini gösteren alerjik bir reaksiyondur. Antihistaminikler rahatlama sağlayabilir.

Sedef hastalığı
Genellikle dirsek, diz, kafa derisi gibi alanlarda beyaz veya gümüş pullarla kaplı kalın kırmızı plaklar halinde olan bulaşıcı olmayan döküntülerle seyreden ve nedeni bilinmeyen sedef hastalığı iyileşse bile yaşam boyunca tekrarlayabilir. Cilde uygulanan ilaçlar, ışık terapisi, ağız, enjeksiyon ya da enfüzyon yolu ile alınan ilaçlarla tedavi edilebilir.

Egzama
Kesin nedeni tam olarak bilinemese de stres, sabun gibi tahriş edici alerjenler ve iklim koşullarının tetiklediği egzama, deride görülen iltihaplı, kırmızı, kuru, kaşıntılı ve bulaşıcı olmayan bir hastalıktır. Yetişkinlerde, egzama genellikle dirsek ve ellerin eklem bölgelerinde oluşur. Topikal veya oral ilaçlar ile tedavi edilir.

Rozasea (Gülleme) Hastalığı
Burun, çene, yanaklar, alın ve hatta gözde kızarıklığa neden olan gülleme hastalığında kızarıklık görünür kan damarlarının iyice belirginleşmesiyle şiddetlenebilir. İlaç tedavisinin yanı sıra lazer tedavisi, dermabrazyon ve etkilenen bölgeleri yeniden şekillendirmek için elektrokoter gibi cerrahi işlemleri içeren bir tedavi uygulanması gerekebilir.

Soğuk yaralar (Uçuk)
Herpes Simplex virüsü nedeniyle ağız veya burun üzerinde küçük, acı veren, sıvı dolu kabarcıklar oluşur. Yaklaşık 10 gün süren, uçuk çok bulaşıcıdır. Ateş, çok fazla güneş, stres, ya da adet kanamaları gibi hormonal değişiklikler uçuğu tetikler. Tedavisinde antiviral haplar veya kremler kullanılır. Ancak yaralar irin içeriyorsa mutlaka hekiminize başvurun.

Et benleri
Kadınlarda ve yaşlılarda daha fazla görülen et benleri genellikle meme, kasık, sırt, boyun, göğüs ve koltukaltında çıkar. Tehlikeli olmayan bu benler, giysi ya da sürtünmeyle tahriş olmadığı sürece ağrıya neden olmaz. Hekiminiz yakma ya da dondurma işlemiyle et benlerinizden kurtulmanızı sağlayabilir.

Akne
Genellikle yüz, göğüs ve sırt bölgesinde görülen akneler hormonlar ve bakteriler tarafından tetiklenebilir. Bu bölgeleri temiz tutmak çok önemlidir. Kendiniz aknelerinizi sıkmaya çalışmayın; enfeksiyon ya da yara izine neden olabilirsiniz.

Ayak mantarı
Mantar, soyulma, kızarıklık, kaşıntı, yanma; bazen kabarcıklar ve yaralara neden olabilen bir deri enfeksiyonudur. Ayak mantarı bulaşıcıdır. Enfeksiyon taşıyan kişi tarafından giyilen ayakkabı, ortak kullanılan soyunma odaları gibi alanlarda çıplak ayakla dolaşılmasıyla bulaşır. Genellikle ciddi vakalarda topikal antifungal losyonlar, kremler veya oral ilaçlar ile tedavi edilir. Ayak mantarı problemi yaşıyorsanız ayaklarınızı temiz ve kuru tutmaya çalışın.

Benler
Kahverengi veya siyah benler tek başına veya gruplar halinde, vücudun herhangi bir yerinde olabilir ve genellikle 20 yaşından önce ortaya çıkar. Bazı benlerde kanser olma riski yüksektir. Bu nedenle benlerinizdeki düzensiz sınırlar, renk değişiklikleri, kanama, kaşıntı gibi farklılıkları dikkate alın ve mutlaka bir dermatoloğa danışın.

Kahverengi cilt lekeleri
Yaşlandıkça yaygın hale gelen kahverengi veya gri lekeler gerçekten yaşlanmanın belirtilerinden biri değildir. Bu lekelerin temel nedeni güneşe çok uzun süre maruz kalmaktır. Beyazlatma kremleri, asit peeling ve ışık tabanlı tedaviler lekelerin görünümünü azaltabilir. Ancak doğru tanılama ve öncelikle Melanoma gibi ciddi cilt hastalıklarını ekarte etmek için dermatoloğunuza başvurun.

Melazma (Hamilelik Maskesi)
Yanaklar, burun, alın ve çene üzerinde kahverengi veya kahverengi yamalar şeklinde görülen Melazma hamilelik döneminde daha sık görüldüğü için Hamilelik Maskesi olarak bilinse de erkeklerde de görülebilir. Melazma gebelik sırasında kadınların yarısında ortaya çıkar ve genellikle doğumdan sonra geçer. Doğumdan sonra geçmeyen lekeler için mutlaka dermatoloğunuza başvurun.

Siğiller
Yaygın olarak parmak ve ellerde görülen siğiller temas yoluyla yayılabilir. Çoğu durumda zararsız olan siğiller, kendi kendine yok olabilir. Ancak devam ederse topikal ilaçlar, lazer, kimyasal dondurma ve yakma yöntemleriyle tedavi edilebilir.

12 Mart 2015 Perşembe

Karın Germe İşleminde Yağ Alınabilir mi?

Karın kaslarınız yaşlanmadan dolayı esnekliğini kaybediyorsa, kilo alıp vermekten kaynaklanan çatlaklarınız varsa, hamilelik sonrası sarkmalar ve yağlar canınızı sıkıyorsa, bel bölgesinde ki yağlanmalar sağlık sorunları yaratıyorsa, cilt altındaki doku fazlası yağlar alınabiliyor, karın duvarının güçlü anatomik yapısı yeni baştan oluşturulabiliyor.

Karın bölgesindeki estetik bozulmalar birçok nedene bağlı oluşabiliyor. Hormonal değişiklikler, hareketsiz bir yaşam, gebelik ve doğumlar, yaşlanma, genetik faktörler, sık kilo alıp verme bu nedenlerden bazıları. Özellikle gebelik ve kilo alıp verme sonrasında, karında deri sarkması, kas gevşemesi, çatlak oluşması ve yağlanma, estetik açıdan çok rahatsız edici olabiliyor.

Kilo verme sonrası karın kası ve deri yapısındaki deformasyon erkeklere göre kadınlarda daha fazla sarkma ve gevşemeye neden oluyor. Estetik, Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Metin Kerem; fazla kilonun yanı sıra hamilelik sonrası oluşan gevşekliğin, sarkmaların, cilt çatlaklarının ve karın duvarı zayıflıklarının “abdominoplasti” (karın germe) operasyonu ile giderilebildiğini belirtiyor. Bu operasyonda, göbek ve genital bölge arasında kalan, kalitesi bozulmuş deri ve deri altı dokuların atıldığını, cildin gerildiğini, karın duvarındaki kas bütünlüğünün yeniden sağlandığını dile getiriyor.

Karın Germe İşleminde Yağ Alınabilir mi?

Op. Dr. Metin Kerem, hastanın bel ve üst karın bölgesinde, basen ve bacak içi gibi aşırı yağlanma olan yerlerinde karın germe operasyonuyla birlikte liposuction veya lazer liposuction ile yağ aldırma işleminin de yapılabildiğini söylüyor: “Genellikle karın germe operasyonuna birkaç bölge liposuction da eklenir. Çoğu zaman bel ve üst karında, karın germe işlemiyle birlikte alınması gereken fazla yağlar olduğundan bu tür kombine işlemlere gireriz. Çünkü amaç “karın germek” değil, düz, sıkı ve güzel bir karın oluşturmaktır” diyor.

Anne Adayları Karnını Gerdirebilir mi?

Op. Dr. Metin Kerem
Op. Dr. Metin Kerem, karın germe ameliyatının hamile kalmayı engellemediğini, ameliyat sonrası iyileşme döneminin göz önünde bulundurularak gebelik takviminin belirlenmesi gerektiğini belirtiyor. İyileşme döneminin 6 ila 12 ayda gerçekleştiğini, bu nedenle tercihen ameliyattan bir yıl kadar sonra gebelik planı yapılmasını tavsiye ediyor. Ancak karın deformitesinin ikinci gebelikte tekrar oluşabileceğini de hatırlatıyor.

Op. Dr. Kerem: “Karın germe operasyonu, iyileşmesi tamamlandıktan sonra gebeliğe engel değildir. Fakat ikinci bir gebelik karnın yapısını tekrar bozabilir. böyle bir durumda ikinci bir düzeltme operasyonu gündeme gelebilir. Bu sebeple en doğrusu tüm doğumlar bittikten sonra bir seferde bu operasyonu yaptırmaktır” diyor.

Nasıl Uygulanıyor?

Op. Dr. Metin Kerem, karın bölgesindeki yağlanma oranının, cildin sarkma derecesinin, kasın gevşeme boyutunun göz önünde bulundurulduğunu ve hastaya uygun planlama sonrası operasyonun genel anestezi altında yapıldığını belirtiyor. Genellikle bir gün sonra hastanın taburcu olduğunu, 7 ila 10 günlük süre içerisinde normal hayata dönüldüğünü söylüyor. Hastanın, karın germe operasyonu sonrasında 3 hafta korse kullanması gerekiyor.

Genç Kalmanın Yeni Yolu

Alzheimer, kalp-damar hastalıkları, şeker hastalığı gibi birçok kronik hastalığın günümüzde besinlerle, içeceklerle ve çevresel yollarla aldığımız oksidanlar sebebi ile oluştuğu biliniyor. 

Oksidanlar, vücudumuza giren ve vücudumuzda oluşan serbest radikaller yani serbest oksijen türleri. Serbest radikaller, aynı zamanda DNA ve vücut proteinlerimize zarar vererek erken yaşlanmamıza yol açıyor.

Diyetisyen ve Yaşam Koçu Gizem Şeber'in verdiği bilgilere göre, besinlerde bulunan bazı öğelerin antioksidan etkisi olduğu ve serbest radikallerin vücutta oluşturduğu zararlı etkileri yok ettiği biliniyor. Amerika Tarım Departmanı (USDA) besinlerdeki serbest radikal yok etme puanını ORAC puanı olarak ölçtü. Bu güne kadar besinlerin antioksidan değerleri birçok yol ile ölçülmesine karşın, bu puanlamanın şu ana kadar yapılmış olan en güvenilir puanlama olduğu düşünülüyor. Kısacası ORAC puanı yüksek besinler; kronik hastalıklara yakalanma riskini azaltıyor ve yaşlanmayı geciktiriyor.

Oksijen (Orac) Diyeti ile İlgili Notlar

• Oksijen diyetine göre günde 3000-5000 ORAC puanı edecek kadar sebze ve meyve tüketilmesi gerekiyor. Bu yol ile kronik hastalıklara yakalanma riskini azaltmak, yaşlanmayı geciktirmek ve vücudu serbest radikallerden temizlemek mümkün.

• Kuru meyvelerde, yaş meyvelere göre ORAC değeri daha yüksektir. Bunun sebebi kuru meyvelerin daha az miktarda su içermesi bu nedenle aynı ağırlıkta yaş meyvelere nazaran daha fazla antioksidan içermesidir. Fakat bu durum, sürekli kuru meyveler ile beslenmemiz gerektiğini göstermiyor. Beslenme düzeninde mutlaka bir denge olmalı, tek çeşit beslenmeden uzak durmak önemli.

• Bazı besinlerin ORAC değerleri yüksek fakat günlük tüketim miktarları düşük. Örneğin baharatlar… Baharatların ORAC değerleri son derece yüksek olmasına rağmen, tüketebildiğimiz miktarları düşük. Bu nedenle günlük oksijen diyetine ve ORAC puanı alımına etkileri çok yüksek değil.

• Günlük ORAC puanını beslenme ile toparlamaya çalışırken, proteinleri ihmal etmemek gerekiyor. Dört ana besin grubundan ikisi olan süt ve süt ürünleri ve et, tavuk, balık, yumurta gibi protein kaynaklarına yeterli önem gösterilmeli.


Günde 7500 Orac Puanı Kazandıran Süper İçecek

Malzemeler (4 Kişilik)
2 su bardağı light süt (400 ml) --- Porsiyon başı ORAC puanı: 1263
4 tatlı kaşığı toz kakao (20 gram) ---Porsiyon başı ORAC puanı: 2233
1 tatlı kaşığı toz tarçın (5 gram) --- Porsiyon başı ORAC puanı: 3344
1 avuç dolusu yaban mersini (70 gram) Porsiyon başı ORAC puanı: 405
1 avuç dolusu böğürtlen (70 gram) --- Porsiyon başı ORAC puanı: 366,5
Buz küpleri

Yapılışı
Tüm malzemeyi blanderin içerisinde iyice karıştırdıktan sonra en son buz küplerini ekleyin ve iyice parçalayarak karışıma yedirin. Soğuk olarak servis edin. Sağlık ve afiyet olsun

11 Mart 2015 Çarşamba

Genlerimiz bize sporumuzu söyleyecek

Her geçen gün metabolizmamızı kontrol eden genler hakkında yeni bilgiler elde ediliyor. Gerek beslenme gerekse sportif faaliyetlerde genlerin etkisi yadsınamaz önemde. 

Kişinin yatkın olduğu spor alanını saptamak, küçük yaşlarda bazı genetik testlerle mümkün olurken yine aynı tür testle kişilerin fıtness salonlarında çalışacakları programı belirlemek de mümkün olabiliyor.

Üsküdar Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Korkut Ulucan, genlerin sadece hastalıklara değil, günlük hayata etki eden miraslar olduğunu, bu mirasın da kişiyi şekillendiren birimler olduğunu ifade ediyor.

Günümüzde genetik yapıya göre bireysel beslenme programlarının uygulanabildiğine dikkat çeken Ulucan, besinler ve besinlerin içindeki biyoaktif maddelerin ancak, uygun koşullar altında kendilerinden beklenen etkiyi yapabildiğini vurguluyor.

Eğer D vitamin metabolizmasında rol oynayan genlerimizde herhangi bir sorun varsa uygun alınan dozlar yeterli olmayacak ve beklenen etkiyi gösteremeyecektir diyen Dr. Korkut Ulucan, günümüzde bu tarz sorunların bir kısmını saptayabildiklerini, o kişilerde yeniden bir beslenme programı oluşturabildiklerini ifade ediyor.

Genlerimiz bize spor şeklimizi söyleyecek

Ulucan, sportif faaliyetlerin genlerin kontrolünde olduğunu belirtiyor. “Günümüzde herhangi bir sportif faaliyete yatkın olan bireyler genetik analizler ile erken yaşlarda belirlenebilmekte ve bireylere genetik yapılarına göre antreman programları oluşturulabilmekte. Sporda başarının en önemli parametresi disiplinli çalışmak, ancak uygun şartlarda yapılan çalışmalar çok daha verimli olmaktadır. Böylece bireyler gelişimlerine yön verecek olan uygun çevresel şartları genetik yapıları ile birleştirerek daha etkili ve kısa sürede gelişimlerini tamamlamaktadır. Bireysel antreman programları aynı zamanda vücudun da gereksiz zorlanmalara maruz kalmadan gelişmesini sağlamaktadır.”

Genetik uzmanı Dr. Korkut Ulucan fitness salonlarında da uygulamanın mümkün olduğunun altını çiziyor.

“Ülkemizde fitness salonları hızla gelişmekte. Bazı firmalar bu işleri çok daha ciddi ve bilimsel programlar ile yapmakta. Bu tarz salonlarda adaylara spora başlamadan önce yapılabilecek olan ufak bir genetik analiz, nasıl bir çalışma programı uygulanacağı hakkında bilgi verebilmektedir.

 Bireylere aynı fitness programı uygulansa dahi gelişimleri farklı olacaktır, bu farklılıklar bu bireylerin genetik yapıları ve kendilerine uygulanan programa karşı gösterdikleri dirençtendir. Bu farklılıklar basit, 2-3 genetik parametreye bakılarak en azından yapılarına uygun programlara ulaşmaları konusunda bireylere yardımcı olabilir. Aynı zamanda uygulanacak olan genetik yapılarına göre beslenme programları ile hayat boyu sürdürecekleri sağlıklı yaşam programlarına dönüşebilir.”

Aşırı Sorumluluk Duygusu Zararlı

Aşırı sorumluluk duygusu nedeniyle sevdiklerine ya da çevresindeki kişilere zarar vereceği duygusuyla hareket eden, gününün büyük kısmını bu korkuyu geçiren binlerce kişinin varlığından haberdar mısınız? 

Bu rahatsızlık takıntı hastalığının en kötü türlerinden biri olarak kabul edilirken, bu kişiler zaman zaman kendine de zarar verme davranışında bulunabiliyor.

Üsküdar Üniversitesi Öğretim Üyesi, Feneryolu Polikliniği Psikiyatri Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Oğuz Tan, obsesyon hastalığının temelinde yatan aşırı sorumluluk duygusu yüzünden sevdiklerine veya çevrelerindeki herhangi bir insana zarar verebileceğini düşünen kişilerin sayısının hiç de azımsanmayacak oranda olduğunu belirtiyor.

Kimilerinin iradelerini kaybedip çevrelerindeki kişilere veya kendilerine zarar vermekten korktuklarını vurgulayan Tan, bu kişilerin; "Bıçağı kapıp kocama saplar mıyım? Çocuğumu tutup camdan aşağı fırlatır mıyım? Şu önümde otobüs bekleyen kişiyi caddeye iter miyim? Direksiyonu kırıp arabayı kalabalığın üstüne sürer miyim? Kendimi camdan atar mıyım? Şu bir kutu ilacı bir çırpıda yutar mıyım?" gibi sorulara muhatap olduklarını, ruh dünyalarının bu sorularla allak bullak olduğunu kaydediyor.

Saldırganlık takıntılarının, takıntı hastalığının en kötü türlerinden biri olduğunun altını çizen Yrd. Doç. Dr. Oğuz Tan, bu insanların kendilerini bir cani, alçak bir katil, bir sapık gibi algıladıklarını söylüyor. Tan bir örnekle tabloyu ortaya koyuyor;

“Bir anne bebeğini düşürme korkusuna kapılıyor, onu kucağına alamamaya başlıyor, emzirirken ‘Fazla sıkıp kemiklerini kırarım’ endişesiyle öz yavrusunu bağrına basamaz oluyor.

Yakınlarını bıçaklama korkusuyla her türlü sivri cisimden uzak duranlar, mutfağa kimseyi sokmayanlar, ailesinden ayrı yemek yiyenler, çocuğunu beş kat aşağıdaki zemine çakma endişesiyle, yılın en güzel gününde bile camı kapıyı sımsıkı kilitleyip oturanlar var. Freud, bir hastasının sevdiklerine zarar verme korkusundan dolayı kendisini bir odaya kilitlediğini, kimseyle görüşmediğini anlatır.

Birine zarar verecek en son insan bir obsesiftir
“Zaten bu hastalığın altında yatan temel kişilik örüntüsü aşırı sorumluluk duygusudur” diyen Tan, bu hastaların zararsız olduklarını şöyle anlatıyor. “Ahlaki değerlere, kanunlara en bağlı insanlar obsesiflerdir. Hatta 'anti- sosyal' kimselerin (eski tabirle psikopatların; yani sorumluluk duygusu gelişmemiş, başkalarına zarar vermekten acı duymayan, pişman olmayan, cinayet bile işlese vicdanı derinden sızlamayan şahısların) beyinlerinde, takıntı hastalarının beyinlerindekinin tam tersi bulgulara rastlan Kendine zarar vermek de takıntıya dönüşebilir.”

Kendisine zarar vermekten endişe duyan takıntılıların çektiği acının başkalarına zarar vermekten korkanların duyduğu acı kadar büyük olmadığını ifade eden Tan, kendine zarar verme takıntılarına sahip en meşhur kişinin Winston Churchill olduğunu kaydediyor.

“Churchill zaman zaman şiddetli bir intihar etme isteği duyuyordu. Ancak bilindiği kadarıyla takıntıları hayatında şiddetli bir tahribat yaratmamıştı. Ancak sık sık yersiz endişelere kapılıyor, ciddi sıkıntı çekiyordu. Tren beklerken demiryoluna yakın duramıyordu. Doktoruna 'Bir saniye kendimi kaybedip raylara atlarsam her şey sona erer' demişti. İstasyonlarda bir sütunun arkasında durmayı (yani trenle arasında bir sütun bulunmasını) tercih ediyordu. Kendini suya atma korkusu yüzünden, gemiyle seyahat etmeyi hiç sevmiyordu. Hatta balkona açılan odalardan da hiç mi hiç hoşlanmıyordu İngiliz başbakanı.”

10 Mart 2015 Salı

Erkek kısırlığının çok önemli nedeni!

Erkeklerin yaşadıkları ama dile getirmekten çekindikleri; erken müdahale edilmediğinde hayatlarını olumsuz yönde etkileyerek çocuk sahibi olmalarına da engel olan hastalıklardan biri de Varikosel…

Varikoselle ilgili merak edilenleri Hisar Intercontinental Hospital Üroloji Uzmanı Op. Dr. Basri Çakıroğlu’na sorduk.

Varikosel nedir?
Testisin kirli kanını alan toplardamarların (venlerin) genişlemesi sonucu, kirli kanın yumurtaların etrafında toplanması ve cilt altında ele gelecek şekilde büyümesine varikosel denir. Erkeğin torbalarındaki ısı vücudun ısısından 2-3 derece daha düşüktür. Yumurtalar etrafında kan göllenmesi sonucu artan ısı, sperm üretimini olumsuz etkileyerek sperm üretiminin belli bir seviyede duraklamasına, sperm hareketliliğinin ve yapısının bozulmasına yol açabilir. Bunun sonucunda erkekte kısırlık oluşur. Her ne kadar erkeklerin %15 ile 25’inde görülse de kısırlık problemi yaşayan erkeklerin %40’ında görülen problemlerin başında gelir. İkincil kısırlık denilen sonradan ortaya çıkan kısırlık problemi yaşayan erkeklerin ise %80’inde varikosel görülür. Bu hastalar ilk çocuklarının ardından ikinci bir çocuk sahibi olamayabilirler.

Varikoselin belirtileri nelerdir?
Hastaların çoğunda belirti olsa da genellikle fiziksel aktiviteler ya da uzun süre ayakta kalmaya bağlı ağrı şikayeti ile bize başvururlar. Ağrıları daha çok günün ilerleyen saatlerinde meydana gelir ve sabah uyanıldığında genellikle geçmiş olur. Varikoselin teşhisi, sıcak bir odada hem ayakta hem de yatar pozisyonda elle yapılan dikkatli bir muayene sonrasında konulur. Ancak hastanın aşırı kilolu, torba derisinin kalın olması ve muayenede şüphede kalınması durumunda renkli ultrason yapılarak teşhis doğrulanabilir. Sol taraf toplardamarlarının böbrek toplardamarına direkt olarak bağlanmasından dolayı solda daha sık görülmekle birlikte sağ tarafta da varikosel görülebilir.

Nasıl tedavi edilir?
Birçok varikoselli hastada kısırlık ve testis hacminde azalma ve ağrı olmadığından cerrahi düzeltme gerekmez. Semen parametrelerinde bozulma olan hastalarda ve klinik varikoselli hastalarda cerrahi tedavi uygulanmalıdır. Varikosel ağrı nedeni de olabilir. Ağrının geçeceği garanti edilemezse de mikrocerrahi yöntem ve ağrıya yönelik operasyon tekniklerinin uygulanması ile birçok vakada ağrı ortadan kalkar. Varikosel ameliyatları sonrası en sık görülen komplikasyon hidrosel (testisleri çevreleyen zarlarda sıvı birikimi olması sonucunda bir veya iki torbanın şişmesi)dir.

Yoksa siz de fibromiyalji misiniz?

Hiç çalışmadığınız günlerde bile kendinizi sürekli yorgun hissediyor, her yeriniz ağrıyorsa; vücudunuzdan tüm enerji çekiliyor; kol ve bacaklarınızda derman kalmıyorsa; siz de fibromiyalji hastası olabilirsiniz

Ağrı ve yorgunluk şikayetleriyle aylarca hatta yıllarca tanı konulamadığı için doktor doktor dolaşan, çevreleri tarafından ‘hastalık hastası’ olarak damgalanan birçok kişi aslında fibromiyalji hastası.

Dr. Fizyoterapist Gamze Şenbursa tıpta, yumuşak doku romatizması olarak tanımlanan, kadınlarda erkeklere göre 7 kat daha fazla görülen sinsi hastalık hakkında şu bilgileri verdi:

“Fibromiyalji depresyon, sabah sertliği, karında kramp, yorgunluk ve uyku bozukluklarının da eşlik ettiği, eklem, kas ve yumuşak dokuda ağrıya sebep olan bir hastalıktır. Fibromiyalji 2 çeşit olarak sınıflandırılabilir. Birinci tip daha sık görülür ve sebebi bilinmez. İkinci tip ise spesifik; yaralanma ve cerrahi sonrası gelişir. Genetik faktörler de etkilidir. Aile öyküsü olanlarda daha sık görülüyor.

Fibromiyaljili hastalarının en az 2/3’ü her yerlerinin ağrıdığını söyler. Hastaların çoğunlukla yaygın vücut ağrısı olmasına karşın, ana odak bir veya iki bölgedir. Ağrı yanıcı, zonklayıcı yada sabit olabilir. Sıklıkla sabahları daha kötüdür, gün içerisinde iyiye gider ve geceleri yeniden kötüleşir. Bir diğer belirti uyku bozukluğudur. Bu hastaların 1/3’ünde büyüme hormonu salgısı azdır. Uyku düzensizliğinin en büyük nedenlerinden biri budur. Hastaların %60-90’ında kötü uyku vardır. Ağrı şiddetine bakmaksızın, hastaların büyük kısmı uykuya dalmada ve uykuyu sürdürmekte zorluk çekerler, sık uyanırlar ve sabah dinlenmemiş olarak kalkarlar. Dinlendirmeyen uyku fibromiyaljinin temel özelliklerindendir. Tipik olarak uyku hafif ve huzursuzdur.
En göze çarpan özelliklerinden biride yorgunluktur. Şiddeti değişiklik gösterir. Hastanın günlük yaşam aktivitelerini kısıtlar.

18 HASSAS NOKTA
Fibromiyalji hastalarında bazı duyarlı noktalar vardır. Bu noktalardaki ağrı tanıyı koyduran en önemli kriterdir. Duyarlı noktalar, boyun, omuz, üst göğüs ve bel bölgesinde kümelenir. Toplamda 18 duyarlı nokta bulunur. Hastalığa baş dönmesi, migren, soğuk intoleransı, sık idrara çıkma, karpal tünel sendromu, çene ağrısı, deri duyarlılığı gibi farklı patolojiler eşlik edebilir. Tanı koyulması için 18 hassas noktanın en az 11’inde ağrı tespit edilmeli.”

NASIL TEDAVİ EDİLİYOR?

Atakların şiddeti ve sıklığının kontrol altına alınabildiğini belirten Dr. Fzt. Gamze Şenbursa, fibromiyaljinin klinik seyri ve tedavi yöntemleri hakkında şunları söyledi:

“Fibromiyalji tedavisinde asıl amaç ağrı – spazm- ağrı halkasının kırılmasıdır. Manuel olarak dokulara yapılan gevşetme ve spazmı çözmeye yönelik uygulamalar, yumuşak dokuların hareketinin artmasına yüzeysel kan akışının artmasına ve ağrının azalmasına yardımcı olur.

Omurgaya yönelik yapılan manuel uygulamalar, dokuları ve organları destekleyen, bağlayan ya da ayıran dokunun hareketini arttırır. Ağrıya duyarlı yapılar üzerindeki basıncı azaltır ve doku sıvılarını harekete geçirir. Omurgada eklem aralığında artışa yol açarak kas spazmını azaltır ve endorfin salınımına neden olur. Tutuk ve ağrılı eklemleri serbestleştirir adezyonları açar ve hareketliliği arttırarak ağrıyı azaltır.

Meditasyon, yoga, hipnoz gibi gevşeme eğitimleri tedavi sürecinde etkindir. Kişiye ergonomik eğitim verilerek, uyku ve çalışma pozisyonları düzenlenir. Kişinin egzersiz eğitiminde büyük önem arz eder.

ŞEKER KAFEİN VE ALKOLE DİKKAT

Fibromiyalji hastalarında beslenme de önemlidir. Stresi yok etmeye vücuttaki toksinleri temizlemeye ve bağışıklık sisteminin desteklemeye yardımcı olur. Bu hastaların özellikle şeker, kafein ve alkol tüketiminde dikkatli olmaları gerekmektedir. Bazı araştırmalara göre magnezyum takviyesi fibromiyaljili hastaların semptomlarını azaltmaya yardımcı olur.”

9 Mart 2015 Pazartesi

Aşk daha sonra bağlılığa dönüşüyor

Frederic Beigbeder’in kaleme aldığı “Aşkın ömrü 3 yıldır” isimli kitap yayınlandıktan sonra iyice hararetlenen “Aşkın son kullanma tarihi olur mu?” tartışmaları halen sürerken yapılan bilimsel araştırmalar böyle bir sürenin olduğunu doğruluyor. 

Aşkın kimyası denilen, enerji, neşe, dikkat yoğunlaşması ve ödül kazanma motivasyonu olan dopamin hormonu 4 yılın sonunda tükenmeye başlıyor ve yerini ilişkilerin yürümesinde kilit rol oynayan bağlılık duygusunu arttıran oksitosin hormonuna bırakıyor.

Aşkı dolu dizgin yaşayan hiçbir çiftin kabul etmek istemediği “aşkın ömrü” ile tartışmalara son noktayı koyan bilimsel araştırmalar aşkın bir süresi olduğunu doğruluyor. Kadın erkek herkesin üzerinde konuştuğu aşkın ömrü ile ilgili konuşan Anadolu Sağlık Merkezi’nden Uzman Psikolog Aylin Sezer, aşkın insanın hissettiği hiçbir duyguya benzemediğini söyleyerek, “Aşık olunca aklımızdan geçen binlerce düşünceye, kalbimizdeki duygular ve bedenimizin verdiği tepkiler eşlik eder. Duygular yoğunlaşır; mutluluk, hüzün,heyecan, huzur ve özlem aynı anda yaşanır. O kişiyi düşünmek bile vücudun tepki vermesine neden olur. Gözbebekleri büyür, vücut ısısı artar, çoğu cinsel doğrultuda olmak üzere bedensel tepkiler tüm vücutta hissedilir” dedi.

Aşkın beynin ödül ve haz ile bağlantılı bölümleriyle ilgili olduğunu söyleyen Sezer, aşkın kimyasının enerji, neşe, dikkat yoğunlaşması ve ödül kazanma motivasyonu olan dopamin hormonundan oluştuğunu belirtti. Yapılan çalışmalarda aşık çiftlere birbirlerinin fotoğrafları gösterildiğinde, beynin ödül ve haz bölümünün aktif hale geldiğinin ortaya çıktığını vurgulayan Psikolog Aylin Sezer “Aşık olunduğunda hissedilen heyecan ve enerji, beynin haz bölgesinin aktive olmasıyla salgılanan dopaminin eseri” diye konuştu.

ÇİKOLATA AŞK HORMONUNU ARTTIRIYOR
Yenilik ve heyecanlı aktiviteler kadar dopamin salınımını tetikleyen bir başka şeyin de çikolata olduğunu dile getiren Psikolog Aylin Sezer, ilişkilerin bitiminde çikolata yemenin iyi gelmesinin bir sebebinin de bu olabileceğini belirtti. Ayrılık kaygısına, dopaminin yarattığı etkinin eksikliğini hissetmekle bağlantılı bir çeşit yoksunluk sendromu olarak da bakılabileceğini söyleyen Psikolog Aylin Sezer, “Çikolatanın beynimizde yarattığı etki de, kaybettiğimizi düşündüğümüz ve özlediğimiz hisleri bize yaşatıyor. Benzer bir etki, Sevgililer Günü’nde de yaşanıyor. Hediye edilen, birlikte yenen çikolatalar, dopamin salgılanmasını tetikleyip, ilişkiden alınan hazzı arttırıyor” şeklinde konuştu.

AŞK GİDİYOR, BAĞLILIK GELİYOR
Yapılan araştırmalara göre aşkın ömrünün 18 ayla ile 4 yıl arasında olduğunun ortaya çıktığını söyleyen Psikolog Aylin Sezer, bu süre sonunda kişilerin dopaminin yarattığı güçlü etkiyle bağışıklık kazandığını ve heyecan ile birlikteliğin verdiği hazzın da azaldığını belirterek, “Evrimsel teori de ilişkilerin ömrü için biçilen dört yıllık süreyi destekliyor. Bu teoriye göre, her ilişkinin amacı üremek ve soyunu devam ettirmek. İlişkilerin çoğu başladıktan dört yıl sonra bitebiliyor ya da olumsuz bir döneme geçebiliyor, çünkü bir çocuğun her iki ebeveynin desteğiyle büyümesi gereken süre de yaklaşık olarak dört sene” diye konuştu.

Dört yıldan sonra dopamin hormonunun azalmasıyla aşkın boyutunun değiştiğini dile getiren Psikolog Aylin Sezer, bu süreden sonraki ilişkilerin yürümesi sağlayanın bağlılık duygusu olduğunu belirtti. Yapılan araştırmalarda dört yıldan uzun süren ilişkileri olan çiftler incelendiğinde bağlılık duygusunun artmasını sağlayan oksitosin hormonunun fazlaca salgılandığının belirlendiğini kaydeden Aylin Sezer, “Bir annede çocuğunu emzirirken artan bu bağlılık hormonun, uzun süre birlikte olan çiftlerin birbirlerine sarıldıklarında da arttığı görülüyor.

Araştırmalar, oksitosin hormonun orgazm sırasında en üst seviyeye çıktığını gösteriyor. Orgazm sırasında veya sonrasında kişilerin partnerleriyle sonsuza dek birlikte olmayı isteme hissi yaşamalarının bir sebebi de bu. Oksitosini, yani bağlılık duygusunu arttırmanın en direk yolu dokunmaktan geçiyor. Masaj yapmak, sarılmak, öpüşmek ve sevişmek, bu hormonun salgılanmasını arttırarak, bağlılık hissini güçlendiriyor” dedi.

8 Mart 2015 Pazar

Doğum Kontrolünde Doğallık Dönemi Başlıyor...

Kadın sağlığına yönelik sunduğu yenilikçi çözümlerle alanında lider olan Bayer Kadın Sağlığı; “Kadın Doğasına Uyumlu Doğum Kontrol Hapını Türkiye’de ilk kez The Edition Otel’de düzenlenen basın buluşmasıyla tanıttı.

Bayer Kadın Sağlığı İş Birimi Direktörü Dr. Oğuz Mülazımoğlu’nun ev sahipliğinde gerçekleşen toplantıya Türk Jinekoloji Derneği (TJOD) Genel Sekreteri Prof. Dr. Ateş Karateke ve İstanbul Üniversitesi - İstanbul Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erkut Attar konuşmacı olarak katıldı.

Doğal ve sağlıklı yaşamı benimseyen kadınları doğala özdeş bir doğum kontrol yöntemiyle tanıştıran Bayer, kadın doğasına uyumlu doğum kontrol hapının tanıtımını doğallık temasını tamamlayan “koku” konseptiyle gerçekleştirdi.

“Doğala Özdeş Doğum Kontrol Hapı”
İlk kez 2009 yılında Almanya’da kullanılmaya başlanan ve şimdiye dek yaklaşık 60 ülkede lansmanı yapılan bu yenilikçi ürünü Türkiye pazarına sunan Bayer adına görüşlerini belirten Bayer Kadın Sağlığı ve Genel Tedaviler – İş Birimi Direktörü Dr. Oğuz Mülazımoğlu, “Türkiye’de kadın sağlığı alanında her kullanılan 10 ilacın 9’u Bayer’e ait. Yeni ürünümüz, doğala özdeş estradiol içerdiği için, geniş bir kitleye hitap edeceğini düşünüyoruz “ dedi. Yenilikçi ürünler ve çalışmalar ile kadın sağlığı alanında lider firma olmaya devam edeceklerini söyleyen Dr. Oğuz Mülazımoğlu; sektöre farklı tanıtım teknikleriyle de yenilikler getirdiklerini belirtti. Mülazımoğlu; ilaç sektöründe bir ilki gerçekleştirerek “duyulara yönelik iletişim” yöntemini uyguladıklarına dikkat çekerek, yeni ürünün tanıtım çalışmalarında doğallığı akılda kalıcı biçimde anlatmak amacıyla özel olarak tasarlanan ve doğallığı çağrıştıran kokudan yararlandıklarını söyledi.

Türkiye’de Kadınlar Bedenlerini Tanımıyor!
Toplantıda söz alan Türk Jinekoloji Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Ateş Karateke, Türkiye’de halen doğum kontrol yöntemleri konusunda yeterli bilincin oluşmadığına dikkat çekerek Bayer adına gerçekleştirilen kadın sağlığı araştırmasını katılımcılarla paylaştı. Karateke; halen doğum kontrol hapları konusunda özellikle Türk toplumunda doğru bilinen yanlışlar olduğuna değinerek kadınların hormonal döngüsü hakkında fikir sahibi olmadığına dikkat çekti.

Karateke; 10.000 kadın arasında yapılan araştırmada kadınların sadece yüzde 20’sinin doğum kontrolü hakkında doğru bilgiye sahip olduklarını ve bunların sadece yüzde 9’unun doğum kontrol haplarında hangi tip hormonun bulunduğunu bildiklerini belirtti.

Doğum Kontrol Hapı Kullanan Kadınlar Cinsellikten Daha Çok Zevk Alıyor!
Doğum kontrol hapı kullanmış olan kadınlar, bu yöntemi cinsel hayatın kalitesi açısından en iyi yöntem olarak tanımlarken geri çekilme ve prezervatife göre cinsellikten daha çok zevk alınmasını sağladığını da belirtiyor.

Kadınlar Doğal bir Yöntem İstiyor!
Prof. Dr. Erkut Attar ise Doğal Doğum Kontrol Hapı Qlairista’nın kadınlar için getirdiği yenilikleri anlattı. Öncelikle her kadının ihtiyacının kendi bedenine göre farklılık gösterdiğinin altını çizen Attar; doğala özdeş doğum kontrol hapı Qlairista’nın; kadınların kendi vücutları ile uyum içinde olan yepyeni bir doğum kontrol yöntemi olduğunu belirtti.

Doğum Kontrol Hapları arasında bir ilk olan bu doğum kontrol hapının kadın vücudunun ürettiği östrojen hormonuyla aynı yapıya sahip estradiol hormonu içerdiğini anlatan Attar; Qlairista’nın kanama miktarını da önemli ölçüde azaltarak kadınların yaşam kalitesini yükselttiğinin de altını çizdi.

Qlairista Nedir?
Qlairista, ilk kez Almanya’da Qlaira adıyla 2009 yılında piyasaya verilmiş olan, dünyada 2,5 milyon kadın tarafından kullanılan, doğal östrojene özdeş “estradiol” içeren ilk doğum kontrol hapıdır

Ne Yenilik Getiriyor?
• Doğala Özdeş estradiol hormonu içeriyor
• Her gün kadın vücudunda üretilen hormon dozlarına tam olarak eşit miktarda hormon içeriyor
• Kanama miktarını azaltarak ve adetleri düzenleyerek kadınların yaşam kalitesini yükseltiyor
• Anti-androjenik özellikleri ile cildin ve saçların görünümünü iyileştiriyor

Hangi kadınlar için?
• Kullanmasında sakınca bulunmadığı halde doğum kontrol hapları almaktan çekinen
• Daha önce farklı doğum kontrol hapları kullanmış ve yan etkiler nedeniyle bırakmış
• Güvenilir ve doğal bir korunma yöntemi arayışı içinde olan, ilk adetten menopoza kadar tüm kadınlar için.


Grip tedavisinde antibiyotik kullanmayın!

Genellikle endişeye yer vermeyecek bir şekilde seyreden grip, zaman zaman çok ağır bir tabloya da dönüşebiliyor, hatta kişiyi yatağa düşürüp riskli gruplarda ölümcül bile olabiliyor. 

Anadolu Sağlık Merkezi Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Dr. Elif Hakko, bu soğuk kış günlerinde zaman zaman ölümcül bile olabilen bu hastalıktan korunma yollarını anlatıyor. Hakko, özellikle son zamanlarda H1N1 virüsünün tekrar görülmesiyle birlikte kişilerin endişe içinde olduğunu ve ülkemizde görülen virüsün tamamen ortadan kalkmasının zaman aldığını, özellikle de daha önce virüsle temas etmemiş kişilerde görülme ihtimalinin daha yüksek olduğunu belirtti.

Grip, “influenza” virüsünün solunum yoluyla insan vücuduna girmesiyle oluşan ve salgınlara yol açan bir enfeksiyon hastalığı. Dünya Sağlık Örgütü (WHO)’nün verilerine göre, grip her yıl dünya nüfusunun yüzde 5’ini etkiliyor. Hastalık, tüm tehlikelerine rağmen ülkemizde genellikle hafife alınıyor. Oysa gribin neden olabileceği komplikasyonlar sonrasında özellikle ileri yaştakiler, çocuklar, kronik hastalığı olanlar ve bağışıklık sistemi baskılanan kişilerde ölüme kadar varabilen ciddi sonuçlar doğurabiliyor.

Grip tedavisinde sıkça yapılan bir hataya da dikkat çeken Dr. Elif Hakko, “Halk arasında antibiyotiklerin gribal enfeksiyon üzerinde etkili olduğu yönünde yanlış bir inanış var. Ancak antibiyotikler mikroplar üzerinde etkili oldukları için grip tedavisinde hiçbir yarar sağlamadıkları gibi zararlı etkilere de sahip olabilirler” diyor.

Gripten korunabilirsiniz
Grip ve korunma yolları hakkında bilgiler veren Anadolu Sağlık Merkezi Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Dr. Elif Hakko, gribe neden olan influenza virüsünün; hasta veya taşıyıcı kişilerin hapşırması ya da öksürmesi yoluyla kolaylıkla bulaşabildiğini belirtiyor. Virüs bulaşmış ellerle temas etmek, öpüşmek, ortak eşyaları kullanmak da yine bu virüsün geçmesine neden olan faktörlerden… Hasta kişilerden çevreye saçılan virüs parçacıklarının havada asılı kalabilme yeteneğine sahip olmasının bulaşıcılığı daha da artırdığına dikkat çeken Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Dr. Elif Hakko, bu nedenle gribin ev, iş yeri, okul, kreş ve toplu taşıma araçları gibi kapalı mekanlarda çok kolay bulaştığını hatırlatıyor. Uzman Dr. Elif Hakko, korunma yollarını ise şöyle sıralıyor:

• Mevsime uygun giyinmeye özen gösterin
• Terli kalmamaya dikkat edin
• Bol sebze ve meyve tüketin
• Aşırı yorgunluk, alkol, sigara, az ve düzensiz uyku gibi vücut direncinizi düşüren ve kolayca hasta olmanızı sağlayan etkenlerden uzak durun
• Her gün en az 2 litre su için
• Ellerinizi sık sık yıkamayı ihmal etmeyin
• Havanın kurumasını önleyin, nemli olmasını sağlayın.

Öksürüklerinizi ciddiye alın
Gribin aniden 39 – 40 dereceye kadar çıkan yüksek ateş, aşırı halsizlik, kuru öksürük, baş ağrısı, şiddetli kas ve eklem ağrılarıyla kişiyi yatağa düşürebilecek kadar ağır seyredebildiğine vurgu yapan Uzman Dr. Elif Hakko, bu tablosuna kimi zaman bulantı, nadiren de kusmanın eşlik edebileceğini ifade ediyor.

Kuru öksürüğe balgam eklendiği takdirde çok dikkatli olunması gerektiğini, zaman kaybetmeden bir hekime başvurulması gerektiğini ifade eden Uzman Dr. Elif Hakko, gribin ardından gelişebilecek tabloyu ise şöyle anlatıyor:

“Grip, özellikle çocuklarda, 65 yaş üstündeki bireylerde, kronik hastalığı olanlarda ve bağışıklık sistemi baskılanmış kişilerde larenjit, farenjit, sinüzit ve orta kulak iltihabına dönüşebiliyor. Sonbahar ve kış aylarında çocuklarda görülen orta kulak iltihaplarının yaklaşık 30 – 35’inin nedeni olabiliyor. Daha da önemlisi; zatürree, menenjit, beyin ve kas iltihabı gibi yaşamı tehdit eden veya ölümle sonuçlanan hastalıklar da ortaya çıkabiliyor.

Yatak istirahati önemli
Gribal enfeksiyonlarda yatak istirahatının yanı sıra, gerektiği durumlarda yakınmaları hafifletmeye yönelik tedaviler de uygulanıyor. Örneğin ateş düşürücü ilaçlar verilebiliyor, kas veya eklem ağrılarını gidermek amacıyla ağrı kesicilerden yararlanılıyor. Yeni çıkan bazı ilaçların da, ilk belirtilerin başlamasından sonraki 24 - 48 saat içerisinde alındığında, gribin daha kolay atlatılmasını sağladığını belirten Uzman Dr. Elif Hakko, bağışıklık sistemi güçlü olan çoğu insan için 5– 7 gün yatak istirahatı ve bol sıvı alımının bile yeterli olabileceğine dikkat çekiyor.

Kış aylarında iş kaybının yüzde 31’i gripten
Üstelik grip, sağlık sorunlarının yanı sıra çok yüksek maddi sonuçları da beraberinde getiriyor. Tüm dünyada, bir yıllık iş kaybının yüzde 10 – 12’sinden sorumlu tutuluyor. Hatta kış mevsiminde bu oran yüzde 31’lere kadar yükselebiliyor. Ülkemizde de her yıl yüz binlerce insanın gribe yakalanması, yüksek ilaç ve hastane harcamalarıyla sonuçlanıyor. Bu olumsuz tablonun üstüne gribin tedavisinin olmadığını da eklersek, ne kadar önemli bir sorunla karşı karşıya olduğumuz daha iyi anlaşılıyor.

Yaş ve cinsiyet ayrımı yapmadan herkesi tehdit eden gribi ve neden olabileceği ciddi komplikasyonları önlemenin tek yolu grip aşısı. Aşılama, gribe bağlı ölümlerde azalmayı sağlamanın yanı sıra, iş ile okula devam sürelerindeki kayıpları önlüyor ve ilaç harcamalarını belirgin şekilde azaltıyor.


Diyette doğru bilinen yanlışlar

Egzersizle birlikte diyette doğru bilinen yanlışlar

1. Egzersiz saatlerini sabitlemek. Bilinenin aksine diyet esnasında spor yapılmalı, ama iş ve özel hayatınıza göre siz ayarlamalısınız, ille belirli saatte olmalı aksi taktirde enerji harcamazsınız diye bir durum söz konusu değildir. Gereksiz saat sınırlamaları sizi egzersizden ve diyetten soğutur. Dikkat etmeniz gereken sabah uyandıktan sonra 1 saat içinde enerji almanız, gün içinde de 4 saatten uzun süre enerji almadan geçirmemeniz. Bu doğrultuda sporu istediğiniz zaman yapabilirsiniz.

2. Su içme şekilleri ve miktarları; su içme ile ilgili gereksiz teferruatlar sizi sudan soğutur. Yemekte su içilmez, yemek arasında su içmeyin, sporda su içmeyin, spordan önce su içmeyin, yudum yudum için, lıkır lıkır içmeyin… gibi ardı arkası gelmeyen söylemler. Önemli olan yeterli ölçüde su içmeniz ve vücudunuzu dehidrasyon dediğimiz su kaybından korumanız. Her susadığınızda mutlaka su içmelisiniz, susama vücudunuzun suya ihtiyacı olduğunu gösteren bir mesajdır.

3. Metabolizmanızla savaşmak Metabolizma vücudunuzdaki bütün kimyasal olayların toplamına verilen addır. Kilo vermek istediğinizde veya spor yaparken metabolizmanızla savaşmanız gerekmiyor. Vücudunuzda ki enerji dengesi metabolizmanın içinde süregelir. Aynı kiloda takılır veya kilo veremezseniz cardio egzersiz dediğimiz yürüyüşleri arttırmalısınız. Kilo vermek istediğinizde sizin beslenme şeklinizle sağlamanız gereken eksi enerji dengesidir. Harcadığınız enerji, besinlerle aldığınız enerjiden fazla olmalı ki, açık kalan enerji yerine vücudunuz yağ depolarını yakabilsin ve siz de kilo verebilin.

4. Yiyeceklerden mucize beklemek. Ne kadar sağlıklı bir yiyecek olursa olsun mucize yaratacak bir yiyecek yoktur. Ye kilo ver, vücudun yağ yaksın diye bir mantık yok. Kilo vermek için çok enerji harcayıp, dengeli enerji tüketip enerji dengesini tersine döndürmeniz yeterlidir.

5. Detox ve arınma adı altında bağırsak temizleme seansları. Bu şekilde bağırsaklarımızdaki iyi bakterileri de atıp, bağırsak florasını da bozmuş oluyorsunuz. Detoks zaman içinde adım adım yapılır. Bunun için; bol su içmek, her gün hareket etmek, sağlıklı doğal yiyeceklerle beslenmek, düzenli ve yeterli uyumak… gibi alışkanlıklar edinmeniz yeterlidir.

6. Spor yaparsam yağlar kasa çevrilir korkusu. Bu tamamen bir aldatmacadır. Kilo vermek için yapılacak en iyi spor yürüyüştür. Çünkü metabolizmanızı zorlamadan daha çok enerji harcamanızı sağlayarak, yağ depolarını yakmanızı kolaylaştırır. Çok kilolu bir insanın ağır spor yapmasını istemeyiz. Çünkü metabolizmasını zorlamış sağlığınızı tehlikeye atmış olur. Yağlar kasa çevrilir gibi bir durum söz konusu değildir. Yağ ve kas hücresi farklı yapıda hücrelerdir, bir birlerine dönüşmesi mümkün değildir. Yorulmadan ve çok hızlı olmadan ne kadar çok yürürseniz, o kadar hızlı ve sürekli kilo verirsiniz.

7. Karbonhidratı ve ekmeği kes kilo ver. “Ekmeği kes kilo verirsin.” Öğretisi en eski aldatmacalardandır. Ekmek temel besin grubu yiyeceklerimizden bir tanesidir. Enerji metabolizmamızda görevli enzimlerin yapısında bulunan B grubu vitaminlerinin temel kaynağıdır. Ekmek ve ekmek grubu yiyecekler ayrıca yapılarında bulunan karbonhidratlar sayesinde enerji metabolizmasının dengeli ve sağlıklı çalışmasını sağlar. Yeterli miktarda sağlıklı karbonhidrat tüketemezseniz metabolizmanızın dengeli çalışması engellenir, ve bir çok besin yetersizliğinin başlangıcı olur. Sağlığınız kolay bozulur, çabuk hastalanmanıza sebep olur.

8. Çok spor yap, çok az beslen, aç kal. Kilo vermek için öğünleri geçiştirmek veya minimum miktarda yemek yemek ve maksimum enerji harcamaya çalışmak gelecekte kilo almanızı ve kilo takıntınızın kuvvetlenmesini arttırır. Boş enerji almamalı, sağlıklı beslenmeli ve hareketli bir insan olmalısınız.

9. Yağsız diyetler yağlar.  Besinlerin doğal yapısında bulunan enerji veren besin elementleridir. 1 gr yağ= 9 kalori içerir ve vücudumuzda önemli görevleri vardır. Yiyecekleri doğal yapısında tüketirsek gerekli ve sağlıklı yağları almış oluruz. Ayrıca aralarda küçük bir avuç fındık, badem, ceviz gibi sağlıklı atıştırmalar yapmak ve salatanıza zeytinyağı kullanmak yağ asit dengesini korur.

10. Diyet ürünler tüket kilo ver. Diyet ürünler kilo verdirir inancı en sık rastladığım diyet aldatmacasıdır. Diyet ürünler tüketerek kilo vermeye çalışmak gereksiz ve boş bir çabadır. Diyet ürünler kilo verdirmez. Hatta temel besin grubu yiyeceklerin diyet olarak tüketilmesi kilo almayı kolaylaştır demek daha doğru bir söylem olur. Süt yoğurt, peynir grubu yiyeceklerin light olanlarını değil normal doğal yapıda olanları tercih etmelisiniz. Böylece yağ asit dengesini sağlıklı şekilde sağlarsınız. Ayrıca süt ve yoğurdu doğal yağ yapısında tüketmek glisemik endeks dediğimiz kana geçiş hızını yavaşlattığı için daha uzun süre tok tutar ve ani şeker düşmelerini engeller.

Kışın turp gibi olmak için turp yiyin

Kışın beslenmemizde yapacağımız ayarlamalar, kışı turp gibi sağlam geçirmemizde son derece etkilidir. Turp gibi bir kış geçirmek için kış soframızda turp olmalı.

Kışın soğuktan korunmak için kıyafetlerimizi değiştirip kalın kışlık kıyafetlere geçmemiz son derece doğal ve kendiliğinden olan bir davranış. Kıyafetlerimizin kışa uygun olması oldukça normal. Hatta bu konuyu gündeme getirmek bile abes.

Kıyafetlerimizi kışa uyarlamak ne kadar gerekliyse, soframızı da kışa uyarlamak o ölçüde gerekli bir düzenlemedir. Kış sofrası bizi kış mevsiminin oluşturacağı sağlık problemlerinden koruyacak etkidedir. Hatta kışın beslenmemizde yapacağımız ayarlamalar, kışı turp gibi sağlam geçirmemizde son derece etkilidir. Turp gibi bir kış geçirmek için kış soframızda turp olmalı.

Kış mevsiminin baharatımsı tadı ile lezzet sipektrumu oluşturan turp, kış sofralarının koruyucu kalkan yapısının temel yiyeceğidir. Turpu salatalarımıza rendeleyebileceğimiz gibi doğrayıp söğüş şeklinde de tüketebiliriz. Sebze çorbasının içine 1 adet turp atmak kış çorbanızın tadını ve besin değerini zenginleştirir. Siyah turpun içini oyup 1 tatlı kaşığı bal ilave edip, 5-6 saat beklettikten sonra turpun içindeki balı yemek üst solunum yolu enfeksiyonuyla savaşımızda yardımcı etken niteliğindedir.

Turpun içerdiği demir, bağışıklık sisteminizi güçlendirmenin yanında günü maksimum enerjik geçirmeniz için de destek sağlar. İçeriğinde bulunan kalsiyum ve potasyum ise dolaşımı hızlandırarak ödem oluşmasını engellediği gibi bağışıklık sistemimizi kuvvetlendiren bir başka faktördür.

Turp; enerji metabolizmasında başrol oyuncusu olan B2 vitamini, diğer adıyla riboflovin yönünden de zengindir. Böylece turpun içindeki B2 vitamini ile kilo kontrolümüze de destek sağlamış oluruz. B2 vitamini ayrıca diğer B grubu vitaminleri ile simbiyotik birliktelikle cilt, saç, tırnak sağlığında ve güzelliğinde pozitif etki gösterir.

Kışın bol bol turp yiyelim; daha az hastalanalım, daha enerjik olalım, kilomuzu daha kolay kontrol edelim, cildimiz daha pürüzsüz, saçlarımız daha parlak, gözlerimiz daha canlı olsun.


Yaşlanmanın İpuçlarını Merak Ediyorsanız…

Yaşlandığınızı en çok ele veren ve biyolojik yaşınıza savaş açmanıza neden olan cildinizi,  yenilemeye ne dersiniz? Üstelik neşter değmeden…

Hisar Intercontinental Hospital Dermatoloji Uzmanı Dr. Funda Ataman ile neştersiz cilt gençleştirme yöntemlerini konuştuk…

Acaba cildim neden bu kadar yaşlandı sorusunu sık sık sormaya başladıysanız anketimizi yapmanızda fayda var…

• Yetersiz ve dengesiz mi besleniyorum?
• Sigara ve alkol kullanımını sonlandırma zamanım mı geldi?
• Güneşten yararlanmayı abarttım mı?
• Sağlıksız çevre koşullarım mı var?
• Çok mu stres altındayım?
• Hormonlarıma baktırma zamanım geldi mi?
• Bu aralar çok mu ümitsiz, mutsuz ve karamsarım?

Bu sorulardan birkaçına yanıtınız evetse paniğe kapılmayın! Cildinizi şımartma zamanınız gelmiş demektir.

Yaşlanmanın İpuçlarını Merak Ediyorsanız…
Hastalarımızda yaptığımız fiziksel incelemelerde yaşlanmanın ipuçlarını aşağıdaki maddeleri tek tek inceleyerek gözlemlemeye çalışıyoruz.
• İnce ve derin kırışıklıklar görmeye başladıysanız,
• Cildiniz kurumaya başladıysa,
• Cildinizin esnekliğini kaybettiğini düşünüyorsanız,
• Sarkmalar başladıysa,
• Aynaya baktığınızda kahverengi, beyaz ve mor lekeler görüyorsanız,
• Cildinize dokunduğunda kabalaştığını hissediyorsanız,
• Cildinizin parıltısını kaybettiğini ve matlaştığını görüyorsanız; bu soruların tümüne ya da birkaçına yanıtınız evetse cildiniz yaşlanmaya başladığının ipuçlarını vermiş demektir. Hemen paniklemeyin; ancak bir an önce de önleminizi alın. Çünkü yaşlanma cildinizin görüntüsünü olduğu kadar fonksiyonunu da bozar. Yara iyileşmesi zorlaşır. Fiziksel, kimyasal, mikrobiyolojik etkenler, ciltte daha kolay hasar oluşturur. Deri kanserleri yaşlılık döneminde daha sık görülür.

Neşter Değmeden Gençleşmek İstiyorsanız Bu Yöntemleri Deneyin...
Mikrodermabrasyon: Alüminyum oksit, sodyum klorid gibi kristallerin kullanılarak derinin aşındırılması işlemidir. Kırışık, lekeli, matlaşmış üst deri soyulup giderilirken kollajen ve elastik yapımı da uyarılır. Bu yöntem dövme ve yara izi tedavisinde de kullanılır.
• Kimyasal Soyma İşlemi: Alfa hidroksi asitlerinin her uygulamada artan konsantrasyonlarında deriye uygulanıp, peeling (soyma) işleminin gerçekleştirilmesidir. Öncesinde ve sonrasında retinoik asitli kremlerin kullanımı, yöntemin etkinliğini artırır.
• Deri Gençleştirici Lazer Uygulamaları: Çeşitli lazerler kırışıklık, sarkma, leke ve iz tedavisinde kullanılır. Hastanemizde bu amaçla Pulse-dye lazer kullanmaktayız.
• Hormon Tedavisi: Menopoz sonrası estradiol ve estriol içeren kremlerin keratinosit sayısı ve dermal kalınlıkta artış sağladığı saptanmış.
• Dolgu Maddeleri: Son yıllarda yaygınlaşmakla birlikte dolgu maddeleri yaklaşık 100 yıldır kontur düzeltmek, kırışıklık ve skar gidermek, dudak ve yanak büyütmek amacıyla tercih edilir. Hiyaluranik asit gibi maddeler ya da hastanın kendi yağ dokusu, dolgu maddesi olarak kullanılır.
• Botox: Botilinum ekzotoksini kaş ortası çizgileri, alın çizgileri, burundaki tavşan çizgileri başta olmak üzere yüz ve boyun dinamik kırışıklıkları, tedavisinde kolay, hızlı bir yöntem olarak kullanılır. Gençleştirmede kullanılan prosedürler içinde birinci sırayı alır. Bu yöntemler hastanın gereksinimine göre kombine edilir.

Örneğin botox enjeksiyonu ile dinamik kaşların oluşturduğu kırışıklıklar giderildikten sonra lazer ile deri yenilenip, sonrasında kimyasal peeling yapılabilir.

Evde Cilt Gençleştirme Tüyoları
Cildinizi gençleştirmek istiyorsanız; Sütü ekşitip yüzünüze yarım saat uygulayıp durulayın. Kleopatra’nın ekşimiş sütle yaptığı banyonun antiaging etkisi olduğu biliniyor. Ekşimiş sütteki laktik asit bir alfa hidroksi asittir ve cilt gençleştirmedeki etkisi bilinmektedir.

Cildiniz kuruysa; Eczaneden gliserin alıp 20 mililitreye 10 damla limon sıkın. Yüzünüze sürüp bırakın. Gece yatmadan sürün sabaha kadar bekletin. Böylece cildiniz doğal nemini kazanarak koruyacak, daha sağlıklı ve parlak bir görünüme sahip olacaktır.

Yağlı bir cildiniz varsa; Bir kase yoğurt ve bir tatlı kaşığı balı karıştırın. Yüzünüze yarım saat uygulayın. Cildinizde yağlanmaya bağlı aşırı ve istenmeyen parlaklığı doğal haline getirir.