28 Mayıs 2015 Perşembe

Burçlara Göre Diyet İpuçları

Diyetisyen - Yaşam Koçu Gizem Şeber'in önerileri ile burçlara göre beslenme önerileri…

Koç Burcu: Yaşam sahnesinin başrol oyuncusu olmayı seven koçlar aynı zamanda bağımsızlıklarına düşkündürler. Bu nedenle diyet yaparken en çok güçlük çekecekleri konu, hareketli sosyal yaşamlarına uygun olmayan bir program uygulamak olacaktır. Bağımsızlık düşkünü olan bu burç kişilerinin çeşitlilikten yoksun diyetler uygulaması zor olacaktır. Çünkü kısıtlanmaya gelemezler. Farklı besinlerden oluşan esnek diyet planları Koç burcu için uygun olacaktır. Bu burcun fit olmak için avantajı sporu sevmesidir. Sosyal hayatları sebebi ile düzenli beslenemedikleri günleri egzersiz ile telafi edebilirler.

Boğa Burcu: Hedeflerine bağlı, yeri geldiğinde hırslı ve maddeci olan Boğa insanları, aynı zamanda sabırlı bir yapıya sahiplerdir. Bu nedenle gerçekten karar verdiklerinde hedefledikleri kiloya ulaşmaları daha kolaydır. Diyet yapma sürecini sabırla atlatabilirler. Arkadaşlık ve dostluk ilişkilerine önem verirler. Güzel yemekler yapmayı, sunmayı ve yemeyi sevmeleri; günün yorgunluğunu atmanın en kolay yolunun güzel sofralar ve kimi zaman ona eşlik eden güzel içecekler olduğunu düşünürler. Bu faktör diyetlerini bozmalarına neden olacak en temel sebeptir. Sağlıklı alışveriş ve sağlıklı ve hafif pişirme yöntemlerini öğrenmeleri Boğa burcu olan kişiler için önemlidir.

İkizler Burcu: Burçlar arasında en havai özelliklere sahip olan İkizler, monotonluğa dayanamaz ve tez canlıdır. Bu nedenle özellikle ilk haftalarda motivasyonlarını korumak için hızlı sonuç almak isterler. Monotonluğa gelemeyen İkizler insanı için tek bir diyet listesi, tek bir beslenme çeşidi veya tek bir egzersiz türü yeterli olmayacaktır. Sürekli değişiklik aradıklarından ötürü farklı besinlerden oluşan beslenme programları ve farklı egzersiz çeşitlerine ihtiyaç duyacaklardır. Her konuda biraz da olsa bilgi sahibi olduklarından ötürü elde ettikleri beslenme bilgileri kafalarını karıştırabilir ve yanlış diyetlere yönelebilirler. Bu nedenle emin olmadıkları beslenme programlarından kaçınmaları gerekir.

Yengeç Burcu: Duyarlılıkları, sorumluluk sahibi yapıları ve detaycılıkları ile tanınırlar. Detaycılıkları mükemmeliyetçi olmalarına neden olur. Uygulayacakları beslenme programının en ince detaylarını merak ederler. İnanmadıkları bir diyeti yapmaları neredeyse imkânsızdır. Topluma bağlı, aile sever ve tutuculardır. Yalnız kalmayı çok sevmezler. Sosyal yaşamları diyetlerinin önünde engel oluşturabilir. Sevdikleri ve sevmedikleri şeyler çok net çizgilerle belli olduğundan ötürü diyetlerinde sevdikleri besinler yer almazsa o programı uygulamaları zor olacaktır.

Aslan Burcu: Cömert, iyiliksever Aslan burcu insanları, övülmekten hoşlanırlar. Diyet yaptıkları süre boyunca sosyal çevrelerinde bulunan insanların zayıfladıklarını söylemesi Aslan burcunun motivasyonunu arttıracaktır. Aslan burcunun olumsuz yönü sabit fikirli olmalarıdır. Bu nedenle diyet ve egzersiz konularında yanlış inanışları varsa bunları değiştirmek o kadar kolay olmayacaktır.

Başak Burcu: Hırslı, detaycı, aşırı titiz ve cana yakın olan Başak burcu insanı Yengeç burcu gibi diyet programının bütün ayrıntılarını bilmek ister. Kafasına koyduğu hedefleri gerçekleştirmesi ile tanınan bu burç yüksek olasılıkla hiç mola vermeden hedeflediği kiloya ulaşacaktır. Detaycı ve aşırı titiz olması sebebi ile sağlıklı yeme takıntısı olan “ortoreksiya”ya yakalanma risklerinin diğer burçlara göre daha fazla olabileceği düşünülebilir.

Terazi Burcu: Uyumlu ve idealist olan Terazi insanları bu özellikleri ile diyete kolayca uyum sağlayabilirler. Fakat çabuk fikir değiştirebildiklerinden ötürü diyet sürecini tamamlayamayabilirler. Terazi insanları başkalarının sözlerinin etkisinde daha kolay kalabilirler. Bu nedenle çevrelerinden gelen olumlu ve olumsuz söylemler, diyet süreçlerini etkileyebilir. Yine bu özellikleri nedeniyle sağlıkları açısından uygun olmayan diyetleri deneyebilirler.

Akrep Burcu: Çalışkan, kararlı ve sezgi gücü yüksek olan Akrep burcu insanları, kararlılıkları ile diyet sürecini kolayca tamamlayabilirler. Yüksek analiz gücüne sahip olan Akrepler, diyet programlarına sadık kalır ve uygun olmayan besinler arasında seçim yapmak durumunda kaldıklarında en doğru alternatifleri seçebilirler. Biraz benmerkezci olduklarından ötürü diyet yaptıkları süreçte motivasyonlarını yüksek tutmak için kendilerinde olan değişiklikleri gözlemleyebiliyor olmaları gereklidir.

Yay Burcu: Burçlar arasında en keyifli ve eğlenmeyi bilen burç olan Yay, aynı zamanda her şeyden çok kolay sıkılabilir ve sabırsızdır. Sosyal kişiler olan Yay insanları, sosyal ortamları gereği ve keyifli ortamlarda sıkça bulunmaları nedeniyle diyetlerini kolayca bozabilirler. Monotonluğa gelemeyen Yay burcu insanlarının standart diyet listeleri ile kilo vermeleri zor olacaktır, çünkü kısa sürede sıkılır ve sabırsız olduklarından ötürü diyeti bırakabilirler. Değişik besinlerden oluşacak bir beslenme programı ve değişik egzersizlerden oluşacak bir spor programı Yaylar için daha uzun süre uygulanabilir olacaktır.

Oğlak Burcu: Kararlı, sabırlı ve disiplinli Oğlak burçları uzun süreli bir diyete en iyi adapte olabilecek burçtur. Aynı zamanda biraz dik başlı olan bu burç, bir uzmanla çalışıyor ise uyum sağlamakta biraz güçlük çekebilir. Yüksek disiplini ile zorlu diyetlerin ve egzersiz programlarının üstesinden gelebilir.

Kova Burcu: İdealist olan Kova insanları, hedeflerinin peşinden koşarak ideal kilolarına rahatça ulaşabilir. Fakat değişikliği seven ve yeniliğe meraklı bu burç, tek çeşit besinlerden oluşan bir diyeti uzun süre uygulayamayabilir. Bu nedenle çok çeşitli besinlerden oluşan bir beslenme programı daha rahat hedeflerine ulaşmalarını sağlayacaktır. Geleneksellikten uzak olduklarından ötürü zayıflamak için birçok farklı ve yeni metot deneyebilirler. Uygunsuz beslenme programlarının kilo verseler bile sağlık durumlarını olumsuz etkileyeceğini unutmamalılar.

Balık Burcu: Diğer birçok burca göre daha fazla duygusal olan Balık burcu insanları, diyetlerini duygusal sebeplerden ötürü kolayca bozabilir. Karamsarlığa yatkınlıkları olması ve aşırı duygusal olmaları nedeniyle duygusal durumları nedeniyle tıkanırcasına yemek, aşırı besin ve tatlı tüketimi gibi beslenme bozuklukları ile karşılaşma riskleri diğer burçlara göre daha yüksek olabilir.

27 Mayıs 2015 Çarşamba

Depresyon unutkanlığa neden oluyor

Unutkanlık nedeniyle yaşam kalitesi bozulmaya başladıysa, mutlaka dikkat edilmesi gerekiyor. Bu durum, her rahatsızlık için ayrı değerlendiriliyor. Unutkanlık sorunları standart gibi görünse de demans için farklı, depresyon için daha farklı olabiliyor. Unutkanlığın hastalık seviyesinde olup olmadığı nasıl anlaşılır, tedavileri nelerdir? 

Emsey Hospital’dan Psikiyatri Uzmanı Dr. Orhan Karaca, konuyla ilgili görüşlerini paylaşıyor.

Unutkanlığın genel sebepleri
Unutkanlığın genel sebepleri içinde en sık rastlananı psödodemans (depresyona bağlı demans)tır. Yalancı bunama olarak da bilinen bu durum, en sık depresyonda görülür. İnsanlar genelde sık unuttukları zaman “Acaba bende demans mı başladı?” diye düşünür. Oysa ilk değerlendirilmesi gereken durum, kişinin hayatında o günlerde bir zorlanma olup olmadığı ya da depresif bir durum yaşayıp yaşamadığıdır. Çünkü depresyona bağlı olarak kişinin bazı fonksiyonları bozulur. Hastalık sadece unutkanlık olarak değil; halsizlik, dikkat dağınıklığı, moral bozukluğu, uyku düzensizliği, keyifsizlik, iştah artışı ya da azalması, umutsuzluk olarak da kendini gösterir.

Bir diğer sebep, herkes tarafından bilinen demans, yani bunama rahatsızlığıdır. Bunama rahatsızlığı çoğu zaman Alzheimer olarak düşünülür. Aslında kendi içinde çok fazla başlığı vardır. Bunların mutlaka bir profesyonel tarafından değerlendirilerek ne olduğunun belirlenmesi gerekir.

Bir başka unutkanlık sebebi ise, B12 vitamini eksikliğidir. B12 vitamini eksikliği, toplumda en sık bilinen en popüler unutkanlık sebeplerinden biridir. Bunun dışında şizofreni, bipolar bozukluk gibi diğer psikiyatrik hastalıklarda da unutkanlık görülebilir. Bunun sebebi şizofrenide bilişsel süreçlerin bozulması, bipolar bozuklukta ise duygu durumdaki çökmelerdir.

Unutkanlığın sebeplerinden bir tanesi olup da, en çok gözden kaçan zeka geriliğidir. Zeka geriliğini çok uç vaka olarak düşünülmemelidir. Zeka ortalamasının biraz altında olan kişilerin, bir konuyu hafızasında tutma olasılığı diğerlerine göre daha zordur. Ama hiç kimse kendisine ya da sevdiklerine demansı, şizofreniyi, bipoları, depresyonu ya da zeka geriliğini yakıştırmaz.

Unutkanlığın sebepleri fiziksel de olabilir
Unutkanlığın fiziksel sebepleri de olabilir. Örneğin bir beyin tümörü, beyinle alakalı bir başka rahatsızlık, metabolizmayı bozan hastalıklar ve ağır diyete ek olarak kanser de unutkanlığa sebep olabilir. Ama en sık rastlanan hastalıkların başında hipotiroidi gelir. Aslında hipotiroidi sadece kendi başına bunu yapmaz. Metabolizmadaki yavaşlamaya ek olarak oluşturduğu depresyon nedeniyle de bu tabloya sebep olabilir. Bunlar, vücut fonksiyonlarındaki çökmeyle alakalı unutkanlık nedenleridir.

Unutkanlığın tedavisinde doğru teşhis önem taşıyor
Unutkanlığın bir hastalığa bağlı olup olmadığını belirlemek gerekir. Eğer bir hastalığa bağlıysa, buna uygun bir protokol izlenmelidir. Unutkanlığın çok iyi gözlenmesi şarttır. Tedavide erken değerlendirme ve hastanın takibinin yapılması önemlidir. Unutkanlığın ne şekilde seyrettiği de yine tedavinin belirleyicileri arasında yer alır. Çünkü unutkanlık olup düzelebilir ya da gittikçe derinleşebilir.

Her hastalığın kendine özgü bir yaklaşım biçimi vardır. Demans en sık, en belirgin unutkanlık nedenlerinden bir tanesidir. Bu hastalıkta özellikle dikkat edilmesi gereken ilk evredir. Demans erken evrede psikiyatrik belirtileri taklit eder. Örneğin kişi hatırlayamadığı için sinirlenebilir, unuttuğu için üzüntü duyabilir. Karşısındakine “Sürekli aynı şeyi soruyorsun” gibi çıkışlarda bulunabilir. Çünkü yetersizliğini bir şekilde hissetmeye başlar veya davranış değişiklikleri ortaya çıkar. Örneğin alışkanlıkları değişmeye başlayabilir.

Demans 65 yaşından önceyse erken başlangıçta, 65 yaşından sonraysa geç başlangıçta olarak adlandırılır. Demansı olan hastaları incelediğinde, geçmişe dönük detaylı bir öykü alındığında, başlangıcın ilk zamanlarda sanki psikiyatrik belirtilerle seyreden bir psikiyatrik hastalık gibi olduğu görülür. Bu durumda erken müdahalede erken yanıt alınır. Çünkü demans yıkımla gider, sürekli aşağı doğru iner, bir yerde tutulması gerekir. En azından fonksiyon yitimi olmaması açısından ilaç tedavisine erken başlanırsa, kişi yaşamına daha iyi bir şekilde devam edebilir.

İlaç tedavisinin süresi var mıdır?
İlaç tedavisi demansta ömür boyu sürer, depresyonda ise depresyonun ağırlığına bağlı olarak değişir. Demansta süreç daha ağır ve çözümsüzken, depresyonda daha çözümlü bir süreç hakimdir. Bireysel özellikler, yalnız yaşanması, yaşamdaki travmalar, destek faktörlerinin olmaması, stres faktörleri, tedaviye başvuru biçimi, zeka düzeyi, entelektüel düzey, kişinin depresyon tedavisinin sürecini belirleyen unsurlar olarak değerlendirilebilir.

Eğer kişilerin yakınlarında unutkanlık varsa ve yaygınsa ya da ailede ilerleyen yaşlarda demansı ortaya çıkmış kişiler varsa mutlaka bir kontrol edilmeleri gerekir. Özellikle demans, Alzheimer veya diğer organik kökenli demans sebepleri olan rahatsızlıklarda geç kalınırsa, tedavi başarısı da o oranda düşer. Bunun dışında unutkanlık süreci genelde demansta aşağı doğru inerken depresyon, hipotroidi ya da az önce sayılan diğer fiziksel hastalıklar da geri dönüşlüdür, düzelir. Ancak uzun süre ağır diyet yapıldıysa, birtakım fiziksel bozukluklar da ortaya çıkabilir. Bu sizin karaciğerinizde ortaya çıkabileceği gibi beyninizde de görülebilir. Bu durumda unutkanlıkla ilgili süreç daha sıkıntılı bir hal alabilir. Diyetlerin bilinçli yapılması çok önemlidir. Gelişi güzel ilaç kullanımı ya da bitkisel olduğu söylenilen ilaçlar da sonuçta karaciğere ve diğer organlara zarar verebilir. Bu ilaçlar beyin üzerinde etkilidir, çünkü iştah kapatılmasındaki en önemli faktörlerden bir tanesi dışarıdan alınan bu maddelerin beyindeki açlık merkezini bastırmasıdır. Buradan şu sonucu çıkartılabilir: Zayıflamak için alınan ilaçlar beyin üzerinde etki edebilir, bunların olumsuz tesirleri de ortaya çıkabilir.

Unutkanlığın normal mi, yoksa bir hastalık belirtisi mi olduğunu nasıl anlaşılır?
Unutkanlığın hastalık sayılıp sayılmaması, kişinin yaşamının unutkanlıkları yüzünden ne kadar etkilendiğine bağlıdır. Kişi çevresinden“Sen bugünlerde çok unutkan oldun! Söyledim hatırlamıyor musun?” gibi geribildirimler alabilir. Bunun yanında kişi kendisini de gözlemleyebilir, “Zaman zaman unutmalarım başladı” diyebilir. Unutkanlık yüzünden yaşam kalitesi bozulmaya başladıysa, mutlaka dikkat edilmesi gerekir. Bu durum her rahatsızlık için ayrı değerlendirilir. Unutkanlık sorunları standart gibi görünse de demans için farklı, depresyon için daha farklıdır.

Demansta değerlendirmeyle ilgili en sık düşülen yanlışlardan bir tanesi şudur: Demans hastalarının yakınları, “Genelde eskiyi çok iyi hatırlıyor ama yakını hatırlamıyor” der. Zaten demansın özelliği de budur. Eskiyi çok iyi hatırlar ama yeniyi hatırlamakta zorlanır. Sebep de şudur: Beyin yeniyi kaydedememeye başlamıştır, eski kayıtlanmış olanları arşivden daha kolay çıkartır ama arşive yeni dosya koyamamaya başlar. Bu husus durumu değerlendirmede önemli bir belirleyicidir.

21 Mayıs 2015 Perşembe

Tek suçlu ekmek değildir

Ekmeğin yararları ve bilinçli ekmek tüketimi konusunda kamuoyunun bilgilendirilmesi amacıyla düzenlenen “Ekmeğe İade-i İtibar” panelinde konuşan Uzman Diyetisyen Dilara Koçak, obezitenin tek suçlusunun ekmek olmadığını söyledi.

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı M. Mehdi Eker’in katılımı ile düzenlenen “Diyette Sağlıklı Ekmek Yemek Gerek” konulu Ekmeğe İade-i İtibar panelinde söz alan Koçak, “Türkiye, dünyanın en çok ekmek tüketen ülkeleri arasında ilk sıralarda yer alıyor. Bu kadar yoğun tüketimin olduğu bir besinin üretim şartları ve ana hammadde olan unun kalitesi büyük önem taşıyor. Böyle bir durumda odaklanılması gereken, en doğru ekmeğin halka ulaştırılmasıdır. Toplumun temel besini, sofralarımızın nimeti ekmeği bu şekilde suçlamak ve halkın kafasını karıştırmak obezitenin çözümü olamaz” diye konuştu.

Karbonhidratı ve özellikle ekmeği yasaklayan protein ağırlıklı diyetlerin her zaman ilgi çekici olduğuna değinen Koçak, “Dönem dönem farklı isimlerle ortaya çıkan bu diyetlerin temeli hep aynıdır. Hızlı kilo kaybı ilk başlarda yüz güldürücüdür ancak daha sonra çok hızlı kilo alınması tesadüf değildir. Karbonhidrat içermeyen yüksek proteinli diyetlerin sonucunda yüksek kolesterol, ürik asit yüksekliği, hiperlipidemi, safra kesesi ve böbrek ile karaciğer problemleri sık karşılaşılan sorunlardır. Üstelik bu şekilde giden kiloların yeniden geri gelmesi bireyi daha da mutsuz eder ve metabolizmadaki yavaşlamayı geri döndürmek çok daha zordur” dedi.

“Hızlı kilo vermek çözüm değil”

Obezitenin çözümünün hızlı kilo vermek olmadığını belirten Koçak, “Diyetlerin başarısı da hangi sürede kaç kilo verildiği değildir. Asıl başarı, bireyin sağlığını bozmadan yaşam biçimine en uygun şekilde geleneksel alışkanlıklarını da içeren ve ömür boyu uygulanacak beslenme modelini keşfedebilmektir. Diyeti kilo verme yarışı olarak görmek, 2-3 ay ekmek ve karbonhidratsız yaşamak bazı bireyler için kamp hayatı gibi katlanılabilir bir durum olsa da, bu kampın bitimi maalesef hüsran ile sonuçlanmaktadır. Üstelik anne babalar bunun doğru bir beslenme modeli olduğunu düşünerek çocuklarına da bu tarz beslenme uyguladıklarında büyüme geriliği karşımıza çıkmaktadır” ifadelerini kullandı.

“Kaliteli ekmeğe ihtiyaç var”

Hiçbir hastalık gelişiminde veya sağlıklı yaşam için tedavide bir besinin mucize veya tek suçlu gibi etiketlenmesinin doğru olmadığının altını çizen Koçak, “Önemli olan dengeli ve doğru karbonhidrat, yeterli protein ve ihtiyaç ölçüsünde yağ içeren bir beslenme tipini benimsemektir. Tüm dünya Akdeniz diyetini en sağlıklı diyet olarak kabul etmiştir ve bu diyetin temeli tahıllardır. Kaliteli ve tam undan hijyenik koşullarda hazırlanmış ekmeklere ihtiyacımız var. Yenilenen ekmek tebliğine göre buğday tanesi eskiden kepek ve ruşeym ayrılarak un haline geliyor ve fırınlara bu şekilde gidiyordu. Şimdi bu faydalı kısımların daha fazla içinde kalacak şekilde iyileştirme yapılması sevindirici ama biz çok daha iyi bir ekmek istiyoruz. Son gelişmeler tam buğday ekmeğine geçiş için önemli bir adım ama devamı mutlaka gelmeli” diye konuştu.

Günlük karbonhidrat ihtiyacının yaş, cinsiyet ve fiziksel aktivite durumuna göre değişmekle birlikte, günlük enerjinin yüzde 55-65’lik kısmını içermesi gerektiğini söyleyen Koçak, “Buna göre günlük en az 4-5 dilim ekmek, tercihen tam buğdaylı veya çavdarlı tüketilebilir. Tam buğday ekmeği vitamin, mineral ve lif içermesi açısından kıymetli bir besindir; uzun süre tok tutar; çiğneme süresi uzun olduğu için doygunluk hissine katkıda bulunur; glisemik indeksi düşük olduğu için kan şekerini de hızlı yükseltmez” dedi.

Obezite adet düzensizliğini tetikliyor

Yetişkin erkeklerde vücut ağırlığının yüzde 25’ini, kadınlarda ise yüzde 30'unu yağ dokusunun oluşturması, obezite ile ifade ediliyor.Türkiye’de erkeklerin yüzde 21’ini kadınların ise yüzde 42’sini tehdit eden obezite, kısırlık nedenleri arasında yer alıyor. 

EuroFertil Tüp Bebek Merkezi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Hakan Özörnek, “Obezite adet düzensizliğinin yanı sıra yumurtlama problemine sebep oluyor. Dolayısıyla doğal yolla gebelik oluşmasını engelliyor. Şişmanlık, erkeklerde de sperm kalitesini düşürüyor” dedi.

Sağlık Bakanlığı’nın başlattığı ‘Obezite ile Mücadele Eylem Planı’ batılı ülkelerin sorunu olarak bilinen aşırı şişmanlık hastalığının Türkiye’de de ciddi boyutlara ulaştığını bir kere daha gözler önüne serdi. Türkiye’de erkeklerin yüzde 21’ini kadınların ise yüzde 42’sini tehdit eden obezitenin getirdiği hastalıklardan biri de erkek ve kadın kısırlığı. EuroFertil Tüp Bebek Merkezi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Hakan Özörnek, çocuk sahibi olamayan çiftlerde incelenen noktalardan birinin kilo problemi olduğunu söyleyerek, “Obezite adet düzensizliğinin yanı sıra yumurtlama problemine sebep oluyor. Dolayısıyla doğal yolla gebelik oluşmasını engelliyor” dedi.

Gebe kalmak için ideal vücut endeksi
Fazla sayıdaki yağ hücresinin östrojen dengesini bozduğunu, yüksek miktardaki östrojenin ise yumurtlamayı engellediğini ifade eden Dr. Özörnek, şu bilgileri verdi: “Yüksek vücut kütle indeksi lokal endokrin ve metabolik bozukluk yaparak küçük yani olgunlaşma problemi olan yumurta gelişimesine sebep olur. Artan kilo ile gelişen hiperandrojenizm (vücutta testosteron gibi erkeklik hormonlarının artması) ve yumurtlama bozukluğu doğal gebelik şansını düşürür. Gebe kalmak için en ideal vücut kütle endeksi 21 - 29 dur. Yapılan çalışmalarla obez kadınların yüzde 5 oranında kilo kaybetmesiyle adet düzensizliği vakaların yüzde 60’ında bu problemin ortadan kalktığı ve adetlerin tekrar düzene girdiği belirlenmiştir.”

Obezite, tüp bebek tedavisinde başarıyı azaltıyor
Araştırmalar, fazla kilolu ve obez kadınların hamile kalma oranlarının, normal kilodaki kadınlara nazaran daha düşük olduğunu da gösteriyor. Ayrıca oluşan hamileliğin düşükle sonuçlanması riski, kilolu ve obez kadınlarda daha yüksek.

Dr. Hakan Özörnek
Dr. Hakan Özörnek, obez kişilerde tüp bebek tedavisi sırasında daha yüksek dozda ilaca gereksinim duyulduğunu ifade ederek, “Tedavi süresi uzar, gelişen yumurta sayısı azdır ve tedavinin yarıda kalma ihtimali yüksektir. Tüm bunların yanında obezite, gebelik komplikasyonlarını arttırır, kısaca sağlıklı canlı doğum oranını azaltır” dedi.

Şişmanlık erkekleri de tehdit ediyor
Dr. Özörnek, şişmanlığın erkekleri de etkilediğine dikkat çekti. Yapılan çalışmaların şişman erkeklerin sperm kalitelerinin düştüğünü belirten Dr. Özörnek, sözlerini şöyle sürdürdü: “Normalde erkeklerde yağ dokusundan ostrojen hormonu az miktarda salgılanmaktadır. Obez erkeklerde yağ dokusunda testesteronun östrojene dönüşmesi artar ve dolayısıyla testesteron azalır ve buna bağlı olarak da sperm kalitesi düşer. Fazla kilosu olan erkeklerde hormon düzensizlikleri ideal kiloya sahip olanlara göre daha yüksektir.”

Anne ile bebek Ten Tene Temas etmeli

En modern kuvöz bile bebeğe, anne göğsünde olmak kadar “yoğun bir bakım” sağlamıyor. Güney Amerika’da geliştirilen, “skin-to-skin care” (ten tene temas ile bakım) ya da diğer adıyla kanguru bakımı anne ve bebek arasında sağlıklı sürecin kurulmasına olanak veriyor.

İstanbul Doğum Akademisi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Hakan Çoker TTT (ten tene temas) ile ilgili verdiği bilgilerde Prematür bebeklerin yoğun bakım servislerindeki bakımını iyileştirmek için Güney Amerika’da geliştirilen Ten Tene Temas (TTT) bakımının aslında doğal bir süreç olduğuna dikkat çekiyor.

Hakan Çoker konuya ilişkin yaptığı değerlendirmede; “Hastanelerde alışılageldiği gibi bebeğin doğar doğmaz kordonunun kesildiği ve başka bir odaya götürüldüğü uygulamalardan farklı olarak, basitçe bebeğin çıplak olarak annenin çıplak göğsüne yerleştirilmesi, kuru ve sıcak tutmak için battaniye ile örtülmesidir. İdeal olarak Ten Tene Temas’ın doğumdan hemen sonra veya kısa bir süre sonra başlaması ve bebeğin ilk emzirilmesi bitene kadar kesintisiz olarak anne göğsünde kalması gerekmektedir. Bebeği annenin elbisesi veya bir havlu üstüne koymak, giyinik ya da bir beze sarılmış haldeki bebeği anneye vermek ya da sadece yanak yanağa birkaç saniyeliğine anneyle bebeği buluşturma Ten Tene Temas değildir” dedi.

Dr. Keith Moore ve ekibi tarafından 2012 yılında yayınlanan 34 randomize kontrollü çalışmaya göre 3. ve 6. ayda sadece anne sütü ile beslenme oranının TTT yapılan bebeklerde 2 kat fazla olduğu tespit ediliyor. Çalışmada, TTT yöntemi uygulanan annenin, üçüncü günde meme ağrısının daha az olduğu ve üçüncü günde daha az endişe yaşadığı, bebeğin, ilk emzirmede daha etkili emdiği, 12 kat daha az ağladığı, kalp atışı, solunum ve vücut ısısının daha sabit olduğu ve kan şekerinde anlamlı bir yükseklik olduğunu sonuçları yer alıyor.
Kadın Hastalıkları ve
Doğum Uzmanı
Hakan Çoker

Doğumhanelerin ve ameliyathanelerin TTT'yi rutin bir uygulama haline getirmeleri yeni nesillerin sağlığı için önemli...

Dünya Sağlık Örgütü’nün 2003 yılından beri bebeğin kilosu, gebelik haftası, doğum şekli, klinik durumu ne olursa olsun tüm yeni doğanlar için TTT bakımı önerdiğine değinen Dr. Hakan Çoker, ailelerin bugün kendileri için TTT'yi talep etmeleri gerektiğini, en kısa zamanda doğumhanelerin ve ameliyathanelerin TTT'yi rutin bir uygulama haline getirmelerinin yeni nesillerin sağlığı için şart olduğunu belirtiyor.

İstanbul Doğum Akademisi bünyesinde verilen doğuma hazırlık kurslarında konuyu sık sık gündeme getiren Hakan Çoker anne ve baba adaylarına; “Doktorunuzdan veya ebenizden doğumdan hemen sonra, tıbbi acil bir sorun yoksa bebeğinizin doğrudan kucağınıza verilmesini ve ilk kontrollerinin de orada yapılmasını talep edin. Bakım adı altında başka bir odaya götürülmesi yerine mümkün olan en uzun süre kendi göğsünüzde kalmasını ve ilk emzirmenin de orada gerçekleşmesini isteyin ” tavsiyelerinde bulunuyor Bu yapıldığında bebeğin kendiliğinden memeyi bulduğunu ve emmeye başladığını söyleyen Çoker, “ Yeter ki talep edin ve bebeğinize bu yeteneğini göstermesi için fırsat ve süre tanıyın” dedi.

Enerjik kalabilmemiz için keyifli öneriler

Mevsim geçişleri artık eskisi kadar belirgin değil. Havalar beklenmedik şekilde bir günden diğerine değişiyor; pırıl pırıl güneşli günler soğuk akşamlarla sonlanıyor. Bu değişime ayak uydurabilmek ve enerjinizi yüksek tutmak için Bioritm Güzellik Enstitüsü’nün önerilerine kulak verin.

Mevsimler arasında eskisine kıyasla ne kadar belirsiz bir fark olduğu herkesin dikkatini çekmiştir. Havalar beklenmedik bir şekilde bir günden diğerine değişiyor; güneşin parıldadığı ılık günler soğuk akşamlarla sonlanıyor. Vücudumuz da elbette ki bu değişimden etkileniyor. Üstelik baharın kapıda olduğu bugünlerde, bahar rehavetine kapılabiliyor, zaman zaman depresif haller içine girebiliyoruz. 

Bioritm Güzellik Enstitüsü, bu değişimlere ayak uydurabilmemiz, her daim enerjik ve mutlu kalabilmemiz için basit ve keyifli öneriler sunuyor.

33 dakikada daha fit, daha zinde, daha mutlu
Biodream incelmeyi kolaylaştıran bir uygulama. Ancak Biodream’i diğer yöntemlerden ayıran en önemli meziyeti kişinin hayat kalitesini de yükseltmesi. Biodream sisteminde solaryuma benzer bir yatakta şeffaf film ile sarılarak yatılıyor. Işıklar belli bir senkronda yanıp sönerek renk değiştiriyor; böylelikle kişinin nefesi ritme sokuluyor. Doğru nefes alışveriş kendinizi iyi hissettiriyor, terleme ile vücuttaki toksinler atılıyor, böylece incelme kolaylaşıyor. Seansı bitirip duş aldıktan sonra yüzünüze bir gülümseme yerleşiyor, kendinizi hafif ve taze hissediyorsunuz. Yalnızca 33 dakika süren uygulama ile ayrıca dokuların kalitesi artıyor, vücut daha sıkı ve dinç hale geliyor. Biodream ayrıca uykuyu düzenliyor, yaratıcılığın çoğalmasını ve refleks artışını sağlıyor.

Konsanstrasyon, hafıza ve öğrenme kapasitesini yükselten Biodream, birden çok şeyi aynı anda yapabilme becerisini de geliştiriyor. Biodream’in son özelliği se dokuların kalitesini artırarak daha genç görünmeyi sağlaması.

Enerji, dinginlik ve sağlık için kendinizi şımartın
Natura Bisse’nin mineral taşlar ile yapılan Neuro Aroma Masajı, tarih öncesi Meksika halkının kullandığı ve halen geleneksel bir tedavi olan obsidyen minerallerini vücudunuzun hizmetine sunuyor. Masaj sırasında obsidyen ve mermerin sıcak ve soğuk kombininin tedavi edici özelliklerinden yararlanılıyor. El yapımı bu taşlar, terapistin ellerinin bir uzantısıymış gibi masajın etkisini artırıyor. Masaj ile vücudun enerji akışı düzenleniyor, cilt toksinlerden arınıyor, dolaşım gelişiyor.

Vücuda dinginlik ve sağlık kazandıran Neuro Aroma Masajı, egzama, selülit, migren ve stres için ideal bir tedavi edici olma özelliği taşıyor.

18 Mayıs 2015 Pazartesi

Solaryum sigara kadar zararlı

Kalıcı bronz bir ten herkesin hayali. Ama bu istek kimilerinde bağımlılığa dönüşüyor. Özellikle kadınlar her mevsim bronz kalmak istiyor. Bunun için de en hızlı ve kolay yol olan solaryuma başvuruyor. Solaryumun zararlarını bilmeyen yok. En az sigara ve alkol kadar zararlı. 

Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de solaryumun hızlı bronzlaşmak isteyenlerin en sık başvurduğu yol olduğunu belirten Medical Park Göztepe Hastane Kompleksi’nden Dermatoloji Uzmanı Dr. Burcu Işık, “Bronzluğun hala modası geçmedi ve solaryuma gençler arasında çok fazla talep var. İleri yaşlarda kanser gelişme riski düşünüldüğünde 18 yaşından küçükler, kızıl veya sarı saçlı açık ten rengine sahip olanlar, kendisinde ya da ailesinde deri kanseri öyküsü olanlar, özellikle de çok sayıda beni bulunanlar solaryuma girmemeli” dedi ve bilinmesi gerekenleri şöyle sıraladı:

Solaryumlarda kullanılan yapay ultraviyole lambaları yüzde 95 oranında UVA, yüzde 5 kadar da UVB ışını yayar. UVA ışını deri yaşlanmasında daha etkili olurken, UVB ışını deri kanserlerinden sorumlu tutulur. Ultraviyole radyasyon ile deri kanseri arasındaki ilişkinin bilinmesi gerekiyor. Ultraviyole radyasyona maruz kalınan süre artıkça deri kanseri gelişme riski de artıyor. Ayrıca deri daha hızlı yaşlanıyor. Özellikle hızlı veya 10 dakikada bronzlaştıran cihazlar olarak tanıtılanlar yüksek dozda ultraviyole ışığı yaydıklarından oldukça zararlıdır. Bunlardan uzak durmak gerekiyor. Amerika’da yapılan bir araştırmada solaryumun 35 yaş altında kullanımının melanom gelişme riskini yüzde 75 artırdığı ortaya çıktı. Yıllık kullanım sayısı yükseldikçe melanom riskinde de artış meydana geldiğinden, kanserojenik etkinin ortaya çıkmasının 10-15 yıllık bir süreç gerektiriyor. Bu sürede gelişmesi beklenen melanom sayılarının da artacağı tahmin ediliyor.

DÖVMESİ VE BENLERİ OLANLARDA RİSK ARTIYOR
Dünya Sağlık Örgütü, ultraviyole solaryum cihazlarının birçok kişide kansere neden olduğunu belirtti ve Uluslararası Kanser Araştırma Merkezi de, 2009 yılında solaryumu kanserojen olarak tanımladı. Bütün bu bilgiler ışığında solaryumun sağlıklı bronzlaşma sağladığından bahsetmek mümkün değil. Özellikle filtreleri ve ampulleri zamanında değiştirilmeyen hatta filtreleri sökülüp kullanılan nispeten piyasaya göre ucuz seans fiyatlarına sahip salonlarda risk daha da fazla oluyor. Ayrıca deri kanseri oluşma riski; kişinin deri tipine, yaşına, aldığı toplam doza ve seans sayısına, vücudunda bulunan benler gibi birçok etkene de bağlı.

AÇIK TENLİLER DİKKAT
Açık tenli, sarışın ya da kızıl saçlı, açık göz rengi olan kişiler, 18 yaşından küçükler, çok sayıda beni bulunanlar, çocukluk çağında sık güneş yanığı öyküsü olanlar, deri kanseri geçirmiş ya da deri kanseri öncülü lezyonları olanlar, ailesinde deri kanseri öyküsü bulunanlar solaryuma girmemeli. Öte yandan güneşe bağlı olarak ciltlerinde leke ve iz oluşmuş kişiler, kozmetik ürün kullananlar, vücudunda dövmesi olanlar da solaryumdan uzak durmalı. Epilasyon veya cilt bakımından sonra da solaryuma girilmemeli.

Solaryuma dünyada ilk yasak Brezilya’da uygulanmaya başladı. Sonra Belçika, Avusturya, Almanya, İspanya, Kanada gibi birçok ülkede 18 yaş altındakilerin solaryum kullanımı yasaklandı. Türkiye’de bu konuda benzer bir çalışma yürütüyor. 18 yaş altında solaryum kullanılmasının önüne geçilirken, 18 yaş üstündekilerin onam formu imzalayarak bilinçli şekilde solaryum kullanmalarına izin verilecek. Solaryum merkezlerinin standardizasyonuda yeniden düzenlenecek.

SOLARYUMUN CİLTTE GÖRÜLEN ZARARLARI
* Erken dönemde yanık riski ile birlikte bağışıklık sistemini etkileyerek özellikle uçuk gibi enfeksiyonları artırabilir
* Uzun süre kullanıldığında ciltte yaşlanmayı hızlandırır.
* Cilt tamamen temizlenmeden yapılırsa (kozmetik, makyaj, parfüm, epilasyon sonrası gibi durumlar) leke oluşabilir.
* Işığa karşı duyarlandırıcı ilaçlar kullanılıyorsa fototoksik ve fotoallerjik reaksiyonlara sebebiyet verebilir
* Solaryum, melanom ve diğer deri kanserleri riskini artırır

11 Mayıs 2015 Pazartesi

Walking Diet ile 20 günde 4 kilo

Yalnızca yürüyerek 20 günde 4 kilo verebilirsiniz

İngiltere'de piyasaya çıkan Walking Diet (yürüyüş diyeti) isimli kitabın yazarı Joanna Hall, yürüyerek daha güzel vücuda sahip olmanın yollarını anlatıyor.

Yürümek, yalnızca kilo vermeye yardımcı olmuyor. Bunun yanında diyabet, kemir erimesi ve meme kanserine yakalanma risklerini da azaltıyor

Başlamadan önce bir spor mağazasına uğrayarak bir adımsayar (pedometre) satın alın. Böylece günde kaç adım attığınızı sayabilirsiniz. İşte mucize yürüyüş programı:


Gün 1-3: 
Her gün attığınız adım sayısını bir kenara yazın ve 3'üncü günün sonunda bunları toplayıp üçe bölün. Bu sizin günlük ortalama yürüyüşünüz olacak.

Gün 4-5: 
Ortalama adım sayınıza 1000 adım ekleyin örneğin otobüsten bir durak erken inerek bu sayıyı tamalayabilirsiniz.

Gün 6:
 Bugünden itibaren yürüyüş yapmak için özel zamanlar ayırmalısınız. Ortalamanıza 1500 adım ekleyin. Hızınıza göre 1500 adım 20 dakikada tamamlanabilir. Yürüyüşe başlamadan ve yürüyüş sırasında en az 200 ml su içmeyi unutmayın.

Gün 7: 
Normalde en az 10 dakikada yürüdüğünüz bir mesafeyi gücünüzün yettiği kadar hızlı yürüyün ve yürüyüşün ne kadar sürdüğünü bir kenara not edin.

Gün 8-11: 
Ortalamanıza 1500 adım ekleyerek yürüyüşlere devam edin.

Gün 12: 
Bugünü dinlenmeye ayırabilirsiniz. Vücudunuzu biraz esnetmeyi deneyebilirsiniz.

Gün 13-14: 

Ortalamanıza 2 bin 500 adım ekleyin. Sonraki 4 günde en uzun yürüyüşlerinizi yapacaksınız. Bu yüzden bunları gün içinde 2 ayrı yürüyüş olarak sürdürebilirsiniz.

Gün 15-16: 
Ortamalaya 3 bin adım ekleyerek yürüyün, temponuzu artırmaya çalışın. Bu iki günde gerçekten terlemeniz gerekiyor, yürürken müzik dinleyemeyi deneyin.

Gün 17: 
Dinlenme günü. Vücudunuzu esnetin.

Gün 18: 
Ortalamaya 2 bin adım ekleyerek yürüyüş yapın. Temponuzu biraz düşürün. Eğer kendizini yorgun hissediyorsanız yürüyüşlerden bir saat önce bir fincan kahve içmeyi deneyin.

Gün 19: 
7'nci günü tekrar edin. aynı mesafeyi daha kısa sürede ve zorlanmadan almalısınız.

Gün 20: 
Ortalamanızdan 1500 adım fazla atarak programı tamamlayın.

NASIL YÜRÜMELİSİNİZ?

Karın kaslarını içeri çekin ve yürürken dik durun. Omurganızı dik tutmak için omuzlarınızı indirin, boynunuzu uzatın ve başınızı yukarda tutun. Kollarınızı göğüs hizasına gelecek şekilde sallayın.

Doğuş Otomotiv Trafik Hayattır!

Önemli olan ne kadar hızlı vardığınız değil, nasıl vardığınız...

Trafikte aşırı hız yapmayın! Çünkü Trafik Hayattır!



Aşırı hız son yıllarda kazaya sebep olan unsurların başında yer alıyor. Özellikle gençlerin yaptığı trafik kazalarının çoğu aşırı hız nedeniyle meydana geliyor. Doğuş Otomotiv’in kurumsal sorumluluk markası Trafik Hayattır, ‘aşırı hız’ı konusunu ana mesajları arasına alarak projelerini kurguluyor.

Dünya Sağlık Örgütünün raporuna göre trafik kazalarındaki ölümlerin yaş grubu analizinde diğer ölüm nedenleri arasında 15-29 yaş grubu birinci sırada yer alıyor.   Bu durum gençlere yönelik trafik güvenliği kampanyalarının acil olarak arttırılması gerektiğini gösteriyor. Trafik Hayattır platformu bu noktada çok önemli inisiyatifler alarak önemli projeler geliştirdi; 4 senedir devam eden Trafik Güvenliği Uzaktan Eğitimi projesinin üniversitelerde seçmeli ders okutulmasının yanı sıra, 2014 yılında radyolarda yer alan ‘aşırı hız’ radyo spotu da dikkat çeken bir diğer proje oldu. İki projede birçok önemli ödül aldı. Bu ödüllerden en çok gurur veren ise 2014 Birleşmiş Milletler Genel Kurultay’ın da iki projenin Avrupa’da trafik güvenliğiyle ilgili örnek uygulama seçilmesi oldu.




Trafik Hayattır, ‘aşırı hız’ ile  ilgili projelerine yenisini ekledi ve her birinde farklı trafik güvenliği mesajlarının verildiği bir animasyon serisi üretti. Aşırı hız konulu animasyonda her gün trafikte rastladığımız hatalar vurgulanıyor.  Çocuğunu almaya giden bir babanın trafikte kalmasını ve sonrasında hız yaparak girdiği emniyet şeridinde kaza yapmasını anlatan animasyondan hepimizin çıkaracağı dersler var.

Bir boomads advertorial içeriğidir.


10 Mayıs 2015 Pazar

Uzun süre oturmak fıtık ediyor

Dünya Sağlık Örgütü, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yaşayanların yüzde 85'inin zamanını oturarak geçirdiğine dikkat çekti.

Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yaşayanların yüzde 85'inin zamanını oturarak geçirdiğine dikkat çeken Dünya Sağlık Örgütü, hareketsiz hayat tarzına sahip ve günün büyük bir kısmını oturarak geçiren kişilerin omurgasında zamanla bozulmalar meydana gelebileceğini açıkladı. Yapılan araştırmalara göre ise uzmanlar, uzun süre oturmanın insan sağlığı üzerinde bir takım olumsuzluklara yol açtığını söyledi. Uzun süreli oturulan bankacılık, muhasebecilik, kamyon ve otobüs gibi uzun yol şoförlüğü yapan mesleklerde maalesef omurga rahatsızlıkları sık sık görüldüğünü belirten uzmanlar, bunun sonucunda ise bel ve boyun fıtıklarının meydana geldiğini ifade etti.

Sürekli oturan kişilerin anatomik yapısı bozularak kasların zayıfladığını ve kasların bir süre sonra eklemleri destekleyici işlevlerini yeterince yapamaz hale geldiğini ifade eden Fizik Tedavi ve Manuel Terapi Uzmanı Dr. Ali Şahabettinoğlu ise, "Bu durum bel ve boyundaki omurlara ilave yük bindiriyor ve omurlar arasındaki diskleri aşındırarak bel ve boyun fıtıklarının oluşumunu kolaylaştırıyor. Uzun süre oturmaktan kaçınmak için her fırsatta ayağa kalkıp biraz yürümenin yararı var. Oturarak yapılan işlerde çalışanların her yarım saatte bir kalkıp bir-iki dakika bile olsa dolaşmaları, uzun yol şoförlerinin ya da yolcularının ise 1,5 saatte bir mola verip biraz yürümeleri, ayrıca oturma sırasında da kalçanın dizlerden aşağıda kalmamasına, alçak tabure vekoltuklarda oturulmamasına, kalça ve dizlerin yaklaşık aynı hizada olmasına dikkat etmeleri gerekir" dedi.

Belden bacağa yayılan ağrı veya uyuşma varsa bel fıtığı, boyundan kola ve ele vuran ağrı veya uyuşma mevcutsa boyun fıtığı olabilme ihtimalinin yüksek olduğunu ifade eden Uzm. Dr. Ali Şahabettinoğlu, "Bu durumda olan kişiler, öncelikle bir fizik tedavi uzman doktoruna görünmesi gerekir. Çünkü bel ve boyun fıtıklarında erken teşhisin ve tedavinin çok önemlidir. Manuel terapi, hafif vakalarda 2-3, orta vakalarda 4-6, ileri vakalarda ise 8-10 seans uygulanırken, bu tedavi yönteminin masaj ile ilgisi yoktur. Klasik batı tıbbı tedavisidir. Ameliyat ise sadece bel fıtığında ayaklarda ilerleyen kas gücü kaybı, idrar ve büyük abdest kaçırma şikayeti olan ya da ameliyatsız tedaviye cevap vermeyen hastalarda uygulanmaktadır" diye konuştu.

8 Mayıs 2015 Cuma

Sizde de kalıtsal meme kanseri olabilir

Günümüzde genetik alanında yaşanan gelişmeler, meme kanserine yatkınlığı belirleyen genlerdeki değişimlerin tespit edilmesine ve risk altındaki bireylerde kanser ortaya çıkmadan önlem alınmasına olanak sağlıyor. 

Kadıköy Şifa Ataşehir Hastanesi Meme Cerrahisi Uzmanı Op. Dr. Münire Kayahan kalıtsal meme kanseri teşhis ve tedavisi ile ilgili en önemli soruları yanıtladı!

Kalıtsal meme kanseri sık mıdır?
Zannedildiği kadar sık değildir. Kalıtsal meme kanserleri tüm meme kanserlerinin yaklaşık %10’unu oluşturur. Geri kalan grupta ise kanser gelişiminde çevresel ve kişiye özel faktörler rol oynar.

Kalıtsal meme kanserlerinin özellikleri daha mı farklıdır?
Meme kanseri sıklığı yaşla artar ancak kalıtsal kanserler genellikle erken yaşta ortaya çıkar. Kanserin genç yaşta görülmesi, iki memede birden olması, her iki yumurtalıkta ortaya çıkması, diğer kanser tipleri ile birlikte olması gibi durumlarda kalıtsal kanserler düşünülmelidir.

Kalıtsal meme kanseri gelişimi için kimler risk altındadır?
Yakın akrabalarda meme ya da yumurtalık kanseri tespit edilmesi, yakalanma yaşının 35 yaş altında olması, ailede erkek akrabada meme kanseri bulunması gibi durumlarda meme kanseri görülme riski artar.
Kalıtsal meme kanseri gelişme riskini belirlemede kullanılan genetik testi herkes yaptırmalı mıdır?
Hayır. Belirli risk faktörleri varlığında, test sonucuna göre doktor tarafından önerilecek koruyucu girişimleri kabul eden kişilerde uygulanması önerilir. Test sonuçlarının kişinin psikolojisi üzerine olan etkileri hafife alınmamalıdır.

Risk belirlemede en sık kullanılan genetik testler hangileridir?
BRCA1 ve BRCA2 genlerindeki mutasyonların meme ve yumurtalık kanseri gelişimi ile ilintili olduğu bilinmektedir. Kan örneği alınarak bu genler değerlendirilir. BRCA1 geninde mutasyon saptanması halinde bir kadının meme kanserine yakalanma riski %85, yumurtalık kanserine yakalanma riski ise %45-50 civarındadır. BRCA2 geninde saptanan mutasyonlarda ise meme kanserine yakalanma riski %40-45, yumurtalık kanserine yakalanma riski ise %15 olarak bildirilir. Ancak bu rakamlar hayat boyu riski belirler, kimse kanserin kaç yaşında ortaya çıkacağını öngöremez.

Meme kanseri gelişimine neden olan başka genlere ait mutasyonlar var mıdır?
BRCA1 ve BRCA2 dışında TP53, PTEN gibi başka genlerde oluşan mutasyonlar da meme kanseri gelişimine neden olabilir, ancak daha az sıklıkta. Çok sayıda geni analiz eden testler de vardır.
Genetik testlerde risk olmadığı görülürse meme kanserine kesin yakalanmayacağımız söylenebilir mi?
Genetik testlerin negatif çıkması halinde sadece kalıtsal meme kanserine yakalanma olasılığı büyük ölçüde ortadan kalkar. Kişi bu durumda genetik dışı nedenlerle edinilen meme kanseri için toplumdaki bireylerle aynı riske sahiptir.

Genetik test kimlere önerilir?
Ailede bir kişide BRCA1/BRCA2 gen mutasyonunun tespit edilmesi halinde diğer aile fertlerine test yaptırması önerilebilir. Bunun dışında kabaca söylemek gerekirse, erkek aile ferdinde meme kanseri olması, 45 yaş altında meme kanseri tanısı alan bir kişinin yakın akrabalarında meme, yumurtalık ya da karın zarı kanseri hikayesinin olması, meme kanserinin yumurtalık, karın zarı kanserleri ile birlikte görülmesi ve birbirinden bağımsız iki meme kanserinin aynı kişide tespit edilmesi gibi durumlarda belirli kriterler gözetilerek hekim tarafından genetik test önerilebilir.

Genetik meme kanseri gelişme riski belirlenen kişilerde nasıl bir yol izlenir?
Op. Dr. Münire Kayahan
Genetik testlerle risk belirlenmesi halinde cerrahi girişim önerilir. Bu amaçla her iki memenin çıkartılması (mastektomi) ve hastanın kendi dokuları ya da protez kullanılarak yeni meme yapılması (rekonstrüksiyon) işlemleri uygulanır. Protez kullanılacaksa mastektomi işlemi, meme cildi ve meme başı korunarak yapılabilir. Ancak bu durumda bırakılan dokularda gelişebilecek kanser nedeniyle risk sıfırlanamaz. Yumurtalık kanseri gelişimine karşı her iki yumurtalığın laparoskopik yani kapalı ameliyatla çıkartıldığı ooforektomi işlemi uygulanır.

Risk varlığında uygulanacak önlemler test öncesi konuşulmalıdır. Ameliyat istemeyen kişilerde test kararı alınırken, test sonuçlarının hastada yaratabileceği psikolojik sonuçlar iyi değerlendirilmelidir. Test yapılmamış fakat ailevi kanserler nedeniyle yüksek risk altında olduğu tespit edilen kişilerde yakın takip önerilir.

Test yerine yakın takibi tercih eden yüksek risk altındaki kişilerde nasıl bir yol izlenir?
Meme kanseri taramalarına normalde 40 yaşında başlanırken, genetik meme kanseri için yüksek risk altında olduğu belirlenen kişilerde uygun yöntem belirlenerek taramaya daha erken yaşta başlanır. Yakın akrabalarında meme, yumurtalık, erkek meme kanseri gibi kanserler varsa kadınların, yaş gözetmeksizin, bir meme cerrahına başvurarak risk analizi yaptırması ve takipte nasıl bir yol izleneceğinin belirlenmesi uygundur.

İyot yetersizliği zeka düzeyini etkiliyor!

Normal büyüme, gelişme ile beyin ve vücut işlevleri için mutlak gerekli bir element olan iyotun eksikliği, pek çok önlenebilir sağlık sorununu da beraberinde getiriyor. Uzmanlar iyotlu tuz kullanımının gerekliliğinin altını çiziyor.

İyot, beyin ve sinir sisteminin normal büyüme ve gelişmesi, vücut ısısı ve enerjisinin devamı için gerekli olan tiroid hormonlarının önemli bir bileşeni. Besinlerle iyot alımı yetersiz kaldığında , çeşitli iyot eksikliği hastalıkları görülüyor. Tiroid bezinden kana geçen hormonlar yeterli miktarda üretilemiyor, hemen hemen tüm organların büyümesi, gelişmesi ve işlevlerinde sorunlar ortaya çıkıyor, boy uzaması duruyor ve zihinsel işlevler geriliyor.

Yapılan bilimsel çalışmalara göre, doğumdan itibaren iyot yetersizliği zeka düzeyinde 13.5 puanlık düşmeye neden oluyor, çocuklarda öğrenme yeteneğinde azalma ve algılama güçlüğü ve bunun sonucu olarak da okul başarısında düşme gibi sorunlara yol açıyor. Hamilelerde iyot eksikliği ise erken doğuma, düşüklere ve bebeğin zeka gelişiminde olumsuzluklara sebebiyet veriyor.

İyotlu tuz kullanımı konusunda bilinçlenme gerekiyor.
Dünyada 1,6 milyon insan iyot yetersizliği hastalıkları açısından risk altında. 750 milyon kişide guatr var, 43 milyon kişi önlenebilir beyin özürlü. Sağlık Bakanlığı Anne Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü, ODTÜ ve UNICEF tarafından birlikte gerçekleştirilen Türkiye ölçeğindeki ‘Hanehalkı İyotlu Tuz Tüketimi Araştırması’ na göre Türkiye’de sofrada iyotlu tuz kullanımında bölgeler arasında ciddi farklılık var. ODTÜ araştırmasınca kapsanan hanelerden %64’ü iyotlu tuz kullanıyor. İyotlu tuz kullanan hanelerin oranı kentsel yerleşimlerde %70 civarında iken, kırsal alanlarda bunun yarısı kadar.

Tuzun iyotlanması Türkiye’de 1998 yılından bu yana yasal zorunluluk haline geldi. Ne var ki, piyasada bulunan iyotlu tuz miktarı hakkında elde bilgi olsa bile, bu tuzun ülkeye nasıl dağıldığı hakkında bilgi olmadığından ve kullanım da kişilerin ağız tadına göre değiştiğinden, fiili kullanım hakkında yeterli veri yok. Açık olan bir gerçek var ki; iyotlu tuz kullanımının önemi konusunda bilinçlenme gerekiyor

6 Mayıs 2015 Çarşamba

Kalbimiz Duygularımızın Aynasıdır

Kalbimiz, sadece kan pompalayan bir organ değil aynı zamanda duygularımızın da organıdır. Kalbimiz aşk, sevgi, heyecan, mutluluk, üzüntü, nefret gibi duyguların da aynasıdır. 

Yapılan son araştırmalar duygularımızın, kalp sağlığımız üzerindeki etkisinin çok önemli olduğuna dikkat çekiyor. Liv Hospital Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Ahmet Özkara, özellikle mutlu evlilik ve pozitif düşüncenin hem kadında hem de erkeklerde kalp krizi riskini azalttığına dikkat çekiyor. Doç. Dr. Ahmet Özkara, Sevgililer Günü vesilesiyle kalbiniz için tüyolar veriyor: Stresi azaltın ve sevdiklerinizle mutlu olduğunuz anları artırın…

Sahip olduklarınızın kıymetini bilin
Doç. Dr. Ahmet Özkara
Hepimiz çağımızın en büyük problemi olan stresle baş etmenin yollarını arıyoruz. Stresin kalp ve damar sistemi üzerine negatif etkileri olduğunu uzun zamandır biliyoruz ama aslında stresi azaltmanın birçok yolu var. Bu yollardan belki de en önemlisi mutlu olduğumuz anları artırmak ve yaşamın negatif etkilerini bertaraf edecek konulara odaklanmaktır. Kısacası duygu dünyamız, stresi yönetmekte en önemli faktördür. Sahip olduklarımızın kıymetini bilmek, sevgi ve saygıyı göz ardı etmemek iç dünyamızda daha dingin ve huzurlu olmamızı sağlayacaktır.

Kalbimiz sevgi de pompalar
Bizi üzen olayları düşündüğümüzde ya da yaşadığımızda kalbimizin hızlı attığını, tansiyonumuzun yükseldiğini biliyoruz. Beslenme alışkanlıklarımız da stres altındayken değişir. Tüm bunlar kardiyovasküler sistemimizi de etkileyecek ve belki de damar sertliği ve kalp ritim bozukluğu olarak bize geri dönecektir. Oysaki mutlu olduğumuz, huzurlu hissettiğimiz anlarda tansiyonumuz normal seyreder, nabzımız düşer ve çarpıntı gibi kalbimiz yoracak bulgular yaşanmaz. Kalbimiz vücudumuza sadece kan değil, sevgi de pompalar. Pozitif düşüncenin, sevginin ve sahip olduklarımızın kıymetini bilmenin ruh sağlığına katkısı olacağı gibi kalp sağlığına da çok büyük bir etkisi olacaktır.

Kan Şekerini Düşüren 5 Hata!

Bu 5 hata, bayılma atakları, baş dönmesi ve göz kararmasına neden olabilir!

Dünyada her geçen gün unlu, şekerli, doymuş yağlardan zengin gıdaların, şeker veya fruktoz (meyve şekeri) içeren içeceklerin ve fast food türü besinlerin tüketiminin artmasına paralel olarak obezite (şişmanlık) ve Tip 2 diyabetin görülme oranı yükseliyor. Tip 2 diyabet gelişmeden önce oluşan aşırı insülin salgısı sonucunda da “hipoglisemi”, bir başka deyişle kan şekeri düzeyinin 70 mg/dl veya altına düşmesi tablosu gelişiyor.

Glikoz düzeyinin çok düşük olması tehlikeli bir durum. Çünkü beyin tek enerji kaynağı olarak sürekli glikoza, bir başka deyişle ‘kan şekerine’ bağımlı oluyor. Kan şekeri düştüğünde göz kararması, bayılma atakları, halsizlik, baş dönmesi ve titreme gibi sonuçlar ortaya çıkabiliyor. Peki ama hangi beslenme hataları hipoglisemiye neden oluyor?

Hipoglisemi; obezite ve Tip 2 diyabet oranındaki artışa paralel olarak yükseliyor. Genellikle tip 2 diyabetin erken dönemi olsa da, sadece bu nedenlerden dolayı ortaya çıkmıyor. Yoğun çalışma temposu ve aşırı stres nedeniyle yeteri miktarda kalori veya karbonhidrat alınamadığında veya ağır egzersiz durumlarında kan şekeri belirli bir düzeye erişemediğinde de hipoglisemi görülebiliyor.

Acıbadem Bakırköy Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Olcay Barış kan şekerinin düşmesine yol açan beslenme hatalarını ve kan şekerini dengede tutmanın püf noktalarını anlattı.

1. HATA: Sık beslenmek yerine, vücudu aç bırakmak, öğün atlamak
Zamanında yenilmesi gereken öğünün atlanması, geciktirilmesi veya ara öğünlerin atlanması kan şekeri düşüklüğüne sebep olarak halsizlik, baş ağrısı, titreme, terleme, çarpıntı ve konsantrasyon güçlüğü gibi yakınmalara sebep olabiliyor.

DOĞRUSU: Öğünleriniz arasında en fazla 3 saat olsun: Açlık ataklarını kontrol altına almanız gerekiyor. Bunun için açlık hissine göre değil, saate göre beslenin. Uyandıktan itibaren belli aralıklarla 3 ana öğün, 3 de ara öğün yapın ve öğünler arasının en fazla 3 saat olmasına dikkat edin. Öğle ve akşam yemeğinizin arası uzunsa, bir ara öğün daha ekleyin. Böylece insülin hormonu düzgün bir şekilde salınır ve kan şekerinin sabit düzeyde kalmasını sağlar.

2. HATA: Şekerleme ve fastfood tipi beslenme
Çikolata, pasta ve fast food tipi besinlerden uzak durun. Çünkü bu besinlerde bulunan basit şeker ile yağ, kan şekerinin hızlı bir şekilde yükselip daha sonra bir anda düşmesine sebep oluyor.

DOĞRUSU: Basit şeker yerine kompleks şekerli besinleri tüketin: Basit şekerler kolay sindiriliyor, hızla kana karışıyorlar. İnsülin hormonunu salımını arttırarak hızla kan şekerini düşürüyorlar. Bunun aksine kompleks şekerlerin sindirimleri uzun sürdüğü için kan şekerini hızla yükseltmiyor, kandaki şeker düzeyinin sabit kalmasına yardımcı oluyorlar. Kızartma yerine ızgara, haşlama, fırında hazırlanan yiyecekleri tüketin. Basit şeker (çikolata, şeker, jelibon) yerine kompleks şeker içeren tam tahıllı ekmek, bulgur pilavı, kepekli makarna, meyve, bakliyat ve proteinli ürünleri (süt, peynir, yoğurt, ayran) tercih edin.

3. HATA: Çok düşük kalorili şok diyetler uygulamak
Çok düşük kalorili diyet planları baş ağrısı, baş dönmesi ve açlık ataklarına sebep olabiliyor. "Açlığı açlıkla terbiye etmeyin". Hipoglisemide amaç hipogliseminin nedenini belirleyip tedavi etmek olmalı. Bu yapılmadan başlanılan bilinçsiz diyetler yalnızca baş ağrısı ve yorgunluk yapmakla kalmıyor, aynı zamanda panik atak nöbetlerine de yol açabiliyor.

DOĞRUSU: Düşük kalorili diyetler asla uygulanmayın: Diyet kişiye özeldir. Bu nedenle enerji, protein, yağ ve karbonhidrat dengesi ihtiyacınıza göre düzenlenip beslenme planı ona göre bir uzman tarafından oluşturulmalı

4. HATA: Aç karnına egzersiz yapmak
Egzersiz kan şekeri kontrolünde fayda sağlıyor. Ancak aç karnına yapıldığında göz kararması ve baş dönmesi oluşabiliyor.

DOĞRUSU: Egzersiz öncesinde sağlıklı atıştırın: Egzersize gitmeden 45-60 dakika önce mutlaka kepekli ekmek, peynir, meyve veya süt, diyet bisküvi, 10 fındık gibi dengeli bir öğün yapın.

5. HATA: Alkol ve kafein miktarına dikkat etmemek
Alkol, kan şekerini önce yükseltip sonra düşürdüğü için tüketiminden mümkün olduğunca kaçının. Kafein glikoz dengesini yeniden kazanmak için yardım etmesinin dışında bu durumun kötüleşmesine de zaman zaman neden olabiliyor.

DOĞRUSU: Sınırlı miktarda tüketin: Alkolü aç karnına değil, dengeli bir öğünle tercih edin. Kahve, çay ve çikolatalı içeceklerden de kaçının veya bunları sınırlı sayıda tüketin.

Yalnızca Yiyecekler Değil Kozmetikler De Hasta Edebilir

Karın ağrısı, şişkinlik ve kilo alamamak gibi masum şikayetlerle kendini belli eden çölyak hastalığı genellikle farklı hastalıklarla karıştırılıyor. Buğday, arpa, çavdar ve yulaf gibi tahıllarda bulunan glüten proteininden uzak durarak beslenmek, çölyak hastalığının tek tedavisi olarak biliniyor. 

Memorial Şişli Hastanesi Gastroenteroloji Bölümü’nden Uz. Dr. Koray Tuncer “9 Mayıs Dünya Çölyak Günü” öncesinde çölyak hastalığı ve dikkat edilmesi gerekenler hakkında bilgi verdi.

Alerji ömür boyu devam eder
Glüten enteropatisi yani çölyak hastalığı ince bağırsağın glüten proteinine karşı ömür boyu gösterdiği bir alerjidir. Çölyak hastalığı, yaşam boyu devam eden bir gıda alerjisi olarak bilinmektedir. Vücudun verdiği tepki neticesinde 12 parmak bağırsak yapısı bozulmakta ve ince bağırsağın özellikle başlangıç kısmı normal yeteneğini kaybetmektedir. Dolayısıyla kişiler bu noktada gelişmesi gereken emilim faaliyetlerinden yoksun kalmaktadır.

Bu belirtiler varsa siz de çölyak olabilirsiniz
Çölyak hastalığı farklı yaşlarda ortaya çıkabilmektedir. Çocukluk yaşlarında ortaya çıkabileceği gibi ilerleyen dönemlerde de kendini gösterebilmektedir. Hastalığın çok hafif ilerlemesi ve belirtilerin farklı rahatsızlıklarla karıştırılması teşhisin ileri yaşlarda konulmasına neden olabilmektedir.

Çocukluk döneminde en bilinen belirtisi büyüme geriliği olan çölyak hastalığı;

• Karın bölgesinde öne doğru şişkinlik
• Yaşa göre kilo azlığı
• Kas zayıflığı ve kansızlık
• Gaz şikayetleri ve dışkıda anormallik
• Kusma, halsizlik ve iştahsızlık
• Ağız içinde oluşan aftlar
• Eklem ve kemik ağrıları
• Sinirlilik
• Ciltte kaşıntılı ve döküntüler gibi belirtilerle kendisini göstermektedir.

Çölyak hastalığının belirtileri farklı hastalıkları da akla getirebilir. Doğru tanının konulabilmesi için bazı özel kan testleri, endoskopi ve alınan doku örneklerinin patoloji tarafından incelenmesi gerekmektedir.

Yiyeceklerinizi ayırın
Çölyak hastalığının tek tedavisi glütensiz diyet olarak bilinmektedir. Glütensiz bir yaşama geçildiğinde hastalıkla ilgili bir sorun görülmemektedir. Burada önemli olan glütenli ve glütensiz gıdaların iyi ayrılmasıdır. Glüten daha çok buğday, arpa, çavdar ve yulaf gibi tahıllarda bulunmaktadır. Ancak günümüzde hazır gıda sektöründe glüten sıklıkla kullanılmaktadır. Bisküviler, hazır çorba ve köfteler, malt içecekler, glüten içeren sakız ile çikolatalar çölyak hastaları için tehlikeli olabilmektedir. Hatta kadınların kullandığı bazı kozmetik ürünlerinin içinde bile gluten bulunabilmektedir. Bunların yanı sıra ilaç, şampuan, krem gibi ürünler glüten içerikleri nedeniyle dikkatli kullanılmalıdır.

Çok iyi bir etiket okuyucusu olunmalı, gıdaların etiketleri mutlaka okunmalıdır. Özellikle evde glütenli ve glütensiz gıdaların birbirinden ayrı ve uzak saklanması önemlidir. Yemek hazırlığı sırasında glütenli gıdalara değmiş veya bulaşmış çatal, kaşık, süzgeç, tabak gibi gereçler kesinlikle çölyaklı kişilerin gıdalarına dokundurulmamalıdır. Bir ton gıdada 2 kaşık glütenin bile tehlikeli olabileceği unutulmamalıdır.

Bu gıdaları tercih edin
Çölyak hastaları tükettikleri her gıdayı sorgulamak zorunda kalmaktadır. Glütensiz ama sağlıklı beslenme alışkanlığı yaşam şekli haline getirilmelidir. Mısır, pirinç, patates, nohut, mercimek, kestane, soya, fasulye, fındık gibi besinleri ve bu besinlerden elde edilen un ve nişastaları tercih etmek gerekmektedir. Ceviz, fındık gibi kuruyemişler ile incir ve kuru üzümü beslenme zincirinden eksik etmemek önemlidir. Bunların yanı sıra kümes hayvanları ve kırmızı et, tüm sebze ve meyveler, bakliyatların tüm çeşitleri, yumurta, bal gibi gıdalar rahatlıkla tüketilebilmektedir. Buğday ekmeği yerine mısır ekmeği yenilebilir. Hazır alınan mısır ekmeklerinin içine farklı unların karışabileceği ihtimaline karşı mısır ekmeğini evde yapmak daha sağlıklıdır.

Diyeti aksatmanın sonuçları ağır olabilir
En sık görülen sıkıntı bağırsaklardaki emilimle ilgili sorunlardır. Kötü beslenme ve besin emilimi bozukluğu en sık görülen rahatsızlıklardır. Bunlarla birlikte halsizlik, kemik erimesi, osteoporoz, kısırlık, düşük ve depresyona neden olabilir. Tedavi edilmemiş çölyak hastalığı uzun dönemde ince bağırsak kanseri ve lenfoma gibi rahatsızlıkların ortaya çıkma riskini de artırır. Çocuklarda ise boy kısalığı, davranışsal sorunlar ve gelişme geriliğine neden olabilir. Kişi eğer diyetine gerekli dikkati gösteriyorsa ömrünün sonuna kadar rahatça yakınmasız yaşamını sürdürebilir. Ancak yine de belirli aralıklarla gerekli tetkikleri yaptırmak önemlidir.

5 Mayıs 2015 Salı

İş hayatında başarı için 10 altın kural

Yaşam Koçu Süleyman Akay, iş hayatında başarının 10 altın kuralını açıkladı.

Kişisel Gelişim Uzmanı ve Yaşam Koçu Süleyman Akay, yoğun rekabetin yaşandığı iş hayatında başarıyı getirecek ve farklılaşmayı sağlayacak önerilerini açıkladı. Kariyer basamaklarını hızla tırmanmanın ilk ve temel şartının hedef koymak ve bunun için adım atmak olduğunu ifade eden Akay’a göre stresi yönetebilen bireyler daha başarılı oluyor.

Akay’a göre iş hayatında başarılı olmak için 10 önemli noktayı yaşamamızın bir parçası haline getirmemiz gerekiyor.

1- Hedef koyun
İş hayatında başarılı bir birey olmanın ilk ve temel şartı hedef koymaktır. Hangi işi yaparsanız yapın; net, ulaşılabilir, ölçülebilir, zamanı belli ve spesifik bir hedefe sahip olunmalıdır. Ne istediğinizi ve nereye gittiğinizi bilmezseniz kaybolursunuz.

2- Stresi yönetin
Stresin iş hayatındaki başarıyı doğrudan etkileyen bir faktör olduğu biliniyor. Bir noktaya kadar motive edici bir özelliği olsa da yoğun şekilde stres yaşayan bireylerde dikkat dağınıklığı, verim azalması, motivasyonsuzluk gibi sorunlar ortaya çıkmaktadır. Bunları yenmek için kısa molalar vermek, derin nefesler almak, planlı çalışmak, daha fazla sosyalleşmek etkili birkaç yöntem…

3- Planlı olun ve zamanınızı siz yönetin
Birçok çalışan, üzerindeki iş yükünün çok fazla olduğundan ve hiçbir şeyi yetiştiremediğinden şikayet eder. Bazı vakalarda bu durum doğru olsa da, temel sorun zamanın iyi yönetilememesinden kaynaklanır. Plansız çalışmak, zaman kaybına neden olarak bireylerin başarı oranını da düşürmektedir. Günü planlamak, hangi işin ne kadar zaman aldığını hesaplamak ve en önemlisi de ajanda tutmak, bu sorunu hızla ortadan kaldıracaktır.

4- Esnek olun
Kurallı olmak ve belirli bir disiplin altında çalışmak, verimi artıran sistemlerden biridir. Ancak iş yerinde hiçbir olay ya da kişiye karşı katı olmamak ve içinde bulunulan duruma göre hareket etmek, başarıyı getiren diğer faktörlerden biri. Hızla ortama ve duruma adapte olabilirseniz, sorunları daha hızlı aşarak ileriye bakabilirsiniz.

5- Dış görünüşünüz sizi yansıtsın
Toplumsal ya da kişisel iletişimin yüzde 55’ini beden dili ve hareketler oluşturur. Dış görünüşünüzün ve giysilerinizin sizi yansıtması, karşınızdaki ile iletişiminizi kuvvetlendirecektir. Bu yolla da kendinizi daha iyi ifade edebilirsiniz.

6- Deneyimlerinizi kullanın
Geçmiş dönemde yaşadığınız olaylardan elde ettiğiniz deneyimler, gelecekte nelerle karşılaşabileceğinizi bilmeniz açısından önemlidir. Bir şeyi bilmenin tek yolu onu deneyimlemektir. Bulunduğunuz noktada çok fazla kalmadan üstüne yeni bir şeyler katmalı ve ilerlemelisiniz. Konumunuzun bir üst seviyesini düşünmüyorsanız başarıyı da sevmiyorsunuz demektir.

7- Yaratıcı olun ve bunu gösterin
Birçok işte yaratıcı olmak başarıyı da beraberinde getirir. Yaratıcılık, kişinin ruh halinin de pozitif olduğunu gösterir. Burada önemli olan yaratıcı olduğunuzu çevrenize göstermek, bir anlamda bunu iş hayatında satmaktır. Negatifliklerinizi üzerinizden atarak yaratıcı olabilir ve başarıyı yakalayabilirsiniz.

8- Kısa molalar verin
Kol kuvveti yerine masa başı iş yapan kişilerin ortalama odaklanma süresi 20-40 dakika arasındadır. Ara vermeden, sürekli bir şekilde çalışmak zamanla işe olan motivasyonunuzu azaltacaktır. Ne iş yaparsanız yapın, kısa molalar vererek ya da farklı bir işe odaklanarak kendinize ve beyninize zaman tanıyın. Bu şekilde daha sürdürülebilir bir çalışma temposu yakalayabilirsiniz.

9- Hatalarınızdan dersler çıkarın
Birçok insan hata yapmaktan korkar. Ancak hata ve yanlış yapmadan herhangi bir şeyin doğrusunu öğrenmek mümkün değildir. Önemli olan bu hataların neden kaynaklandığını bularak bir kez daha tekrarlamamaktır. Eğer hatalarımızdan ders çıkarmazsak, sürekli aynı şeyleri tekrar ederiz. Geçmişte yaşanılan her şeyin bize bir deneyim kattığını düşünerek, gelecek için bunlardan bilgi çıkarmak, başarının size daha hızlı gelmesini sağlayacaktır.

10- Ön yargılarınızdan kurtulun
İş hayatında başarılı olmanın ve kariyer basamaklarını hızla tırmanmanın önündeki en büyük engel önyargılardır. Birçok kişi, yeteri kadar bilgi edinmeden ve dinlemeden, karşısındaki bireyler hakkında yargıya varır. Bu da olayları tüm gerçekliğiyle görmemizi engeller. Hayatınıza yeni giren kişiler hakkındaki önyargılarınızı azaltır ve bireyleri olduğu gibi kabul etmeyi öğrenirseniz, hem daha mutlu hem de daha başarılı bireyler olabilirsiniz. Kendinize sürekli farklı sorular sorarak önyargılarınızı ortadan kaldırabilirsiniz.

Diyet menüsünün vazgeçilmezleri

Diyetlerin başarılı olmasının önündeki en büyük engel kuşkusuz açlık hissidir. Uzmanlar, yapılan diyete olumsuz etkisi olmadan açlık hissini bastırmak için tüketilecek 10 besin maddesini tavsiye ediyor.

İşte diyet menüsünün vazgeçilmezi olan ve tok tutma özelliği ile diyet yapmayı kolaylaştıran 10 besin maddesi…

Yumurta

Örnek protein kaynağı olan yumurtanın tokluk süresini uzattığına dair bilimsel veriler vardır. Sabah kahvaltılarında bir adet haşlanmış yumurta tüketerek tokluk süreni uzatabilirsin.

Kırmızı acı biber

Acı biberin içerdiği kapsaisin adlı maddenin metabolik hızı arttırabileceği bilimsel çalışmalar ile saptanmıştır. Yemeklere ve salatalara katacağın bir miktar acı kırmızıbiber ile bedenine canlılık, menülerine lezzet ekleyebilirsin. Ayrıca kapsaisin adlı maddenin iştahı azalttığına dair bilimsel veriler de bulunmakta…

Yeşil çay

Güçlü antioksidan etkisi ile bedenimizi zehirli maddelerden temizlemesinin yanı sıra, yeşil çay içerdiği bileşikler ile metabolik hızı da artırıyor. Günde 1-2 fincan yeşil çay tüketerek metabolizmanı enerjik hale getirebilir, aynı zamanda bedenine dost antioksidanları da alabilirsin.

Badem

Yağlı kuruyemişlerden olan badem birçok vitamin, mineral ve posadan zengindir. Bunun yanı sıra kalp sağlığını koruyan Omega-3 yağ asitlerini de içerir. Yapılan son bilimsel araştırmalar, beslenme programında yeterli miktarda (aşırı değil) badem bulunan kadınların, badem tüketmeyen kadınlara göre daha kolay kilo verdiğini göstermiştir.

Sirke

Salatalara ekleyeceğin sirke tokluk süreni uzatabilir. Yapılan bilimsel çalışmalar, sirkenin içinde bulunan asetik asidin sindirim hızını yavaşlattığını ortaya koymuştur. Böylece kan şekerin daha dengeli yükselir ve daha uzun süre kendini tok hissedersin.

Tarçın

İşte başka bir iştah azaltıcı tarçın. Üzerinde yapılan çalışmaların sonucunda, tarçının özellikle şeker hastalarında kan şekeri dengeleyici bir etkisi olduğunu ortaya koymaktadır. Şeker hastasıysan ve diyet yapıyorsan hem daha uzun süre tok hissetmek hem de kan şekerini dengelemeye yardımcı olmak adına, günde ¼ – ½ çay kaşığı kadar tarçın ile menülerini süslemeyi deneyebilirsin.

Zeytinyağı

Günlük yağ gereksiniminin bir kısmı tekli doymamış yağ asitlerinden karşılandığında yani zeytinyağı tüketimi yeterli olduğunda metabolizmanın desteklendiği ve kilo vermenin kolaylaştığı bilimsel çalışmalar ile gösterilmiştir.

Salata

Öğünlere koca bir kâse salata ile başlamak veya öğün içerisinde bolca salata tüketmek, öğünde alınan kaloriyi azaltabilir. Sebzeler yüksek posa yoğunlukları ile midede yer tutarak daha çabuk doymamıza yardımcı olurlar. Ayrıca zayıflama diyetlerinde görülebilecek bir sorun olan kabızlığın da çözümünde önem taşırlar.

Etli, sütlü veya yumurtalı çorba

Çorbalar öğünde daha az enerji tüketmek için farklı bir yoldur. Su içerdiklerinden ve midede oluşturdukları basınç nedeni ile daha kısa sürede doymamızı sağlarlar. İlginç bir bilimsel veri de, protein içeriği yüksek çorbaların gün boyunca enerji alımını azaltmada diyet yapanlara yardımcı olmasıdır.

Peynir

İçeriğinde yer alan proteinler iştahı baskılamakta yardımcı olur. Bunun dışında yüksek kalsiyum içeriği ile de zayıflamaya yardımcı etkisi olabilir. Yapılan bilimsel çalışmalar yetersiz kalsiyum tüketiminin kilo vermeyi zorlaştırdığını ortaya koymuştur.

Boyun Ağrısını Ciddiye Alın

Günümüzde en sık şikayet edilen durumlardan biri boyun ağrısı. Pek çoğumuz ağrının kendi kendine geçebileceğini düşünse de tedavi edilemeyen şiddetli ağrılar, daha ciddi rahatsızlıklara neden olabiliyor. 

Liv Hospital Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü Uzm. Dr. Elif Gürkan’a göre son yıllarda teknolojinin getirdiği rahatlıkla beraber artan bilgisayar kullanımı, özellikle çalışan kişilerde boynun şeklinin değişmesine hatta ilerleyerek fıtık oluşumuna sebebiyet veriyor. Liv Hospital Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Ömür Kasımcan ise bu ağrıların altında yatan asıl sebebin basit bir kas spazmı olabileceği gibi cerrahi müdahale gerektirebileceği konusunda uyarıyor.

Boynumuz neden ağrıyor?
Başlangıçta sadece kas ağrısı ve kas tutulması şeklinde kendini gösteren bu rahatsızlık; hareketsizlik, ters ve ani hareketler, ağır kaldırma, boynu öne doğru zorlama, yanlış egzersiz, stres ve genetik olarak bağ dokularının zayıf olması gibi pek çok faktörden etkileniyor. Gürkan, “Hastaların yeni başlayan akut ağrıları ve tutulmalardan birkaç hafta içerisinde kurtulması mümkün. Ancak ağrıların omurlar arasındaki disklerde hasara yol açması, oradan taşan maddelerin sinire dokunması ve bununla beraber kolumuzda da ağrı oluşması durumunda mutlaka doktor muayenesi yapmak gerekir” diyor.

 Teşhiste kişinin tüm omurgasını mutlaka görmek gerektiğinin altını çizen Gürkan, “Kıyafetle yapılan bir muayene bile yanlış sonuca götürebilir. Boyun ve sırttaki eğrilikler, kas zayıflıkları, asimetrik görünümler, bir omzun düşük olması, kürek kemiğinin daha çıkıntılı olması, boyun hareketlerindeki kısıtlanmalar ve ağrılar, boynun tam dönmemesi ya da tam arkaya gitmemesi anormal durumlardır” diyor.

Boyun Ağrılarında Fizik Tedavi
Uzm. Dr. Elif Gürkan’a göre fizik tedavide hastanın kaslarındaki sıkışan noktaları açılıyor. Eğer ciddi bir kuvvet kaybı veya fıtık düşüncesi varsa emar ve röntgen düşünülüyor. Gürkan, “Fizik tedavi egzersiz programları doğru yapıldığı, özellikle manuel tedavi ile birleştirildiği zaman son derece faydalı. Özellikle problem ilerlemeden yapılırsa hastanın uzun dönemde şikâyetlerinin azalmasına ve ilerleyen zamanlar için ciddi bir önleyici tedavi olma önemine sahip” diyor. Gürkan, boyun etrafındaki omurganın derinlerine yerleşen kasların kuvvetlenmesine ve eklem kısıtlama hareketlerinin açılmasına yönelik germe hareketleri ve esnetme hareketlerinin aynı anda yapılmasının da önemli olduğunu vurguluyor.

Liv Hospital’a gelen hastalar günlük yaşamlarına bu egzersizleri adapte etme ve ağrısız bir yaşam sürmeleri için gerekli koşullar konusunda da bilgilendiriliyor.

Ne Zaman Cerrahi Müdahale Gerekir?
Yrd. Doç. Dr. Ömür Kasımcan, hastanın zaman zaman boyun ağrılarında cerrahi müdahaleye ihtiyaç duyabildiğinin altını çiziyor. Boyun fıtığına kola yayılan ağrının eşlik ettiği hasta grubunda tercih edilen cerrahi yaklaşımın Anterior Servikal Mikrodiskektomi ve Füzyon olduğunu söyleyen Kasımcan; “Boynun ön sağ tarafından yapılan yaklaşık 2-3 cm kesiyle hastanın omurgasının ön yüzüne ulaşılır. Burada mikroskop altında servikal disk hernisi ve ağrıya neden olan osteofitik çıkıntılar temizlenir. Tamamen boşaltılan diskin yerine diskin yüksekliğini korumak amacıyla PEEK kafes konularak ameliyat sonlandırılır. Gerektiği durumlarda Anterior plak- vida sistemi konulması gerekebilir” diyor. Kasımcan, boyun ağrılarına yürüme güçlüğü, ellerde kuvvetsizlik ve idrar kaçırmanın eşlik ettiği durumlarda ise Servikal Laminektomi ve Posterior Füzyon ile boynun arkasında orta hatta yapılan bir kesi ile boyun omurlarının arka arkı çıkarılarak omurilikte mevcut basının ortadan kaldırılabileceğini de sözlerine ekliyor.

Mekanik dengenin bozulması halinde, laminektomi ile birlikte omurganın sabitlenmesinin gerekli olabileceğini de belirten Kasımcan, “Bu durumda arkadan yaklaşımda Lateral mass vidaları ya da pedikül vidaları ile omurganın stabilizasyonu (enstrumasyonu) sağlanır” diyor.

4 Mayıs 2015 Pazartesi

“Hayır” diyemeyenlere 5 öneri

Siz de hayır diyemeyenlerden misiniz? O zaman haberimiz tam size göre. Hayır diyememenin insanlarla kurulan bağın zayıflaması endişesinin bir sonucu olabileceğini belirten Üsküdar Üniversitesi Etiler Polikliniği Psikiyatristi Yrd.Doç.Dr. Alper Evrensel yapısal bir sorun olarak değerlendirdiği “hayır diyememek” hakkında şu bilgileri veriyor.

“Neden "hayır" demekte sorun yaşarız? Kabul etmek ve reddetmek ne zaman öğrenilir? Belli bir yaştan sonra düzeltme ihtimalimiz var mıdır? Hayır diyememek bir hastalık mıdır ve başka psikolojik rahatsızlıklarla ilgisi var mıdır? Yrd.Doç.Dr. Alper Evrensel hayır diyememenin yapısal bir sorun olduğunu ve depresyon belirtisi alabileceğinin altını çizdi.Evrensel yaptığı değerlendirmede şöyle konuştu;

“Hayır” Demek Güçlü Bir İrade Gerektirir
“Çevremizdeki insanlar talepte bulunduğunda bu talebi karşılayıp karşılamamak arasında kararsız kalabiliriz. Hayır demek güçlü bir irade gerektirir. Eğer talebin karşılanamayacağını belirtirsek ilişkinin yara alacağı endişesi duyarız. Çevremizi kuşatan insanların sadece taleplerini karşıladığımızda bizimle iletişimlerini sürdüreceklerini, eğer talebi karşılamaz ve hayır dersek ilişkinin bitebileceğini düşünebiliriz. İnsanlarla kurulan bağın zayıflaması endişesi özellikle bağımlı yapıdaki kişiler için büyük bir endişe kaynağıdır. Bağın sürmesi adına hep evet diyerek sürekli ödün vermek zorunda kalırlar. Sonrasında yaşadıkları mağduriyet nedeniyle çok üzülürler ama bu döngüden bir türlü kurtulamazlar.

Güçlü bir iradenin temelleri çocuklukta atılır. Çocuğun özerklik duygusu kendiliğinden gelişme gösterir. Bu süreçte ana-babasının tutumları bu özerklik eğilimini engelleyecek tarzda olursa çocuk bağımlılaşır. Zira bağımsızlaştığında yani anne babasının beklentileri tersine hareket ettiğinde anne babasını kaybedeceğinden korkar. Eğer anne babası da çocukları kendi istediği gibi davrandığında onu ödüllendirir, davranmadığında da cezalandırırsa bu eğilim pekişir. Çocuk büyüdüğünde anne ve babası ile kurduğu ilişkinin benzerlerini diğer insanlarla da kurmaya başlar. Onları hoşnut etmek için kendisi hoşnutsuz olmayı tercih eder. Sırf o insanlar ilişkiyi koparmasın, surat asmasın, küsmesin diye sürekli kendisinden maddi-manevi ödün verir. Borç istendiğinde geri çeviremez. Yardım talep edildiğinde karşı koyamaz.

“Hayır” Diyememek Hastalık Değil, Yapısal Bir Sorundur
“Hayır” diyememek hastalık değildir; yapısal bir sorundur. Hastalık olsaydı bir ilaç tedavisi ile yok edilebilirdi. Bağımlı yapıdaki kişilerde ortaya çıkan bir sorundur. Depresyonun belirtileri arasında da yer alabilir. Depresyondaki insanlarda inisiyatif kaybı olur. Kolaylıkla yönlendirilebilirler. Cep telefonu dolandırıcıları bağımlı yapıda ve depresyondaki kişileri kolayca ağına düşürebilmektedirler. Bazı tehditlerle korkular uyandırılarak sanki hipnotize edilmiş gibi konutlara uyması sağlanabilir.

“Hayır” ve “Evet” Diyeceğimiz Zamanları Nasıl Ayırabiliriz?
“Hayır” veya evet deme kararı irademizle ilgilidir. İrade her zaman baskı altındadır. Dürtülerin ve aklın yönlendirmeleri karşısında gerçekliği de gözeterek bir karar vermek durumundadır. Bu karar içinde bulunulan şartlara göre netleşecektir. Karar verirken içsel ve dışsal bütün dengeler mümkün olduğunca gözetilmelidir. Karar neticesinde de mümkün olduğunca az çatışma yaşanmalıdır. Bazen içsel-dürtüsel talep çok güçlü olabilir. Normalde çok iradeli, makam mevki sahibi bir insanın kendi nefsinin taleplerine hayır diyemediği de olur. Otokontrol duygusu gelişmiş, özerk, bağımlı olmayan bir yapı ancak çocukluktan itibaren bilinçli anne babanın yardımı ile gelişebilir. Eğer erişkin yaşamda bu sorunlar saptanırsa tedavi ile güçlü bir irade geliştirilebilir.

Tedavi Gerekir mi?
Hayır diyememek eğer depresyondan kaynaklanıyorsa tedavisi ile de ortadan kalkar. Yapısal sorunlar ise ancak terapi ile yok edilebilir. Yıllar boyu hayır diyemediği için depresyona giren kişiler de vardır. Bu kişilerde hem ilaç tedavisi hem de terapi birlikte uygulanmalıdır. Eğer ilaçla depresyonu tedavi eder ve suni bir iyilik hali yakalanır, zemindeki kişilik yapısına müdahale edilmez ise tedavinin ardından yine aynı tablo karşımıza çıkacaktır.

“Hayır” diyemeyenlere 5 öneri
1. Dürtülerinizin (nefsinizin) ne dediğine kulak vermelisiniz.
2. Mantığınızın ve vicdanınızın ne dediğine kulak vermelisiniz.
3. Dış dünyanın ne dediğine kulak vermelisiniz.
4. bütün bu sesleri duyduktan sonra en doğru kararı verip iradenizle bu kararı uygulamalısınız.
5. Eğer kararınız hayır değilse ve içinizde büyük bir sıkıntı hissediyorsanız bir psikiyatristten yardım talep etmelisiniz. “