31 Ağustos 2015 Pazartesi

Seksi görünmenin 10 pratik yolu

Seksi görünmek ve beğenilmek kadınların en büyük tutkularından biridir. Bunun için çoğu zaman saatler harcayabilirler. Seksi olmayı kolaylaştıracak 10 pratik öneri ile artık bu saatler size kalacak. 

Küçük dokunuşlarla seksi görünebilir, dikkatleri üzerinize çekebilirsiniz.

Anında seksi gösteren öneriler:

Dantelin sonsuz çekiciliği

Hiçbir zaman modası geçmeyecek ve her zaman kadının seksiliğini öne çıkaracak bir ürün olan dantel, seksilik için önemli bir detaydır. Dantel bir bluz, dantel bir elbise veya dantel iç çamaşırı farketmez; dantelin erkekler üzerinde her zaman önemli bir etkisi vardır.

En önemli silah: Dolgun dudaklar

Angelina Jolie, Rihanna ve Adriana Lima sahip oldukları seksi görüntülerini neye borçlular? Tabii ki dolgun dudaklarına. Dolgun dudaklı kadınlar, her dönem erkekler tarafından daha seksi bulunmuştur. Bu cazibeyi yakalamak için Evoria.com’da indirimli fiyatla satışa sunulan Max Factor Colour Elixir Lipstick 715 Ruby Tuesday’in büyük yardımı olacaktır. Zayıf ve ince dudaklar, iyi bir ruj ve basit bir makyaj hilesiyle daha iri ve dolgun gösterilebilir.

Buğulu gözlerin etkisi

Dumanlı göz makyajı, gözleri iri göstermenin en güzel yollarından biridir. Üstelik bakışlara hüzünlü bir seksilik de katar. Buğulu bakışlar erkekler üzerinde oldukça etkilidir. Dumanlı göz makyajı, özellikle gece gezmelerinde rahatlıkla kullanılabilir. Buğulu gözler için Evoria.com’un önerisi, duman rengi farlar.

İç gıcıklayıcı dekolteler...

Kıyafet seçiminde aşırıya kaçmayan hafif göğüs dekolteli bluzlar ile seksi bir görünüm elde edilebilir. Seksi görüntüye katkısı sağlaması için sutyende de iç gıcıklayan bir model tercih edilmeli. Dekolte bölgesine sürülecek biraz ışıltılı krem de cazibeyi artıracaktır.

Baştan çıkarıcı kokular

Bir ortamda fark edilmenin en önemli yolu parfümdür. Kokular erkekler üzerinde baş döndürücü bir etkiye sahiptir. Doğru koku ile bir erkeği baştan çıkarmak çok daha kolay olacaktır. Evoria.com’da indirimli fiyatlarla satılan Lancome Hypnose EDP gibi bir parfüm işinizi kolaylaştıracaktır. Özellikle vanilya, gül, portakal çiçeği veya lavanta kokuların en çekici aromalar olduğu unutulmamalı.

Baş döndüren uzun saçlar

Uzun ve omuzlara dökülen saçların çoğu erkek tarafından oldukça seksi bulunduğu çok bilinen bir gerçektir. Uzun ve bakımlı saçlar erkekleri cezbeder. Omuzlardan birini açıkta bırakan kıyafetlerde ise toplu saçlar tercih edilebilir.

İpek gibi saçların cazibesi

Erkeklerin başını döndüren, ilgisini çeken önemli özellik parlak ve bakımlı saçlardır. Bu yüzden rengi, şekli nasıl olursa olsun her zaman saçlar parlamalı ve bakımlı görünmelidir.

Aksesuarla noktayı koyun

Aksesuar kıyafetin tamamlayıcısıdır. Bir şapka, parlak bir kolye, tek bir yüzük gibi bir aksesuar ile çok fark yaratılabilir. Bazen tek renk ve düz bir elbiseye takılan, gerdanı ışıltıyla dolduran bir kolye veya baştaki şık bir şapka bir kadını ortamın en seksi kadını yapabilir.

Topuklu ayakkabı olmazsa olmaz

Kadını seksi gösteren en önemli aksesuardan biri de elbette topuklu ayakkabıdır. Mümkün olduğunca kadınlar tercihlerini topuklu ayakkabıdan yana kullanmalıdırlar. Çünkü daha uzun bacaklar her zaman daha seksi gösterir.

Dişiliğin sembolü: Kırmızı

Dişiliğin önemli bir parçası kırmızı renktir. Eğer dikkat çekmek isteniyorsa, kırmızı en ideal seçim olacaktır. Örneğin kırmızı bir elbise ile daha seksi görünmek çok daha kolaydır. Kıyafeti etkili hale getirmek içinse, Evoria.com’da pek çok farklı kırmızı tonu bulunan Essie Red Label ojeler tercih edilebilir.

Kalp rahatsızlığınız olmayabilir

Kalbinizle ilgili hiçbir şikayetiniz olmasa bile hayatınızı tehlikeye sokabilecek bir kalp hastalığınız olabileceğini ya da şikayetleriniz varsa bile herhangi bir kalp rahatsızlığınız olmayabileceğini biliyor muydunuz?

Bu sorunun yanıtını Hisar Intercontinental Hospital Kardiyoloji Bölümü Uzmanı Doç. Dr. Tuba Bilsel’den öğrendik…

Göğüs ağrısını ne zaman dikkate almalısınız?
Kalp hastalıklarının en önemli belirtilerinden olan göğüs ağrısı; basit bir gaz sancısından, hayati tehlikesi olan kalp krizi veya kalpten çıkan tüm vücuda kanı taşıyan aort damarındaki yırtılmaya kadar çok çeşitli nedenlerle olabilir. Ancak bu ağrı eforla oluşuyor, göğsün ortasında baskı şeklinde hissediliyor, 2 dakikadan daha uzun sürüyor ve dinlenmekle de 5-10 dakika içinde geçiyorsa hekime başvurmak gerekir. Bu tür bir ağrı; göğüs duvarında iki taraflı, daha çok sol taraf olmak üzere kollara boyun ve çeneye yayılma eğilimindedir. Daha az sıklıkla sol kürek kemiği ve omuz bölgesine yayılabilir. Bazen sol koldan başlayıp göğse yayılır ya da sadece sol kolda hissedilebilir. Ancak kalp krizinde genellikle istirahat halindeyken aniden göğüste ağrı şeklinde ortaya çıkar. Ağrı genellikle endişe verici kadar şiddetli ve 20 dakikadan daha uzun sürelidir. Beraberinde bulantı, kusma, soğuk terleme, baş dönmesi, göz kararması ve nefes darlığı da olabilir.

Göğüste duyulan kalbe ait ağrıların bir kısmı kalp zarı hastalıklarıyla ilişkilidir. Bu ağrı devamlıdır. Nefes alıp vermekle, göğsün hareketleriyle artar. Genellikle ateş, nefes darlığı ve çarpıntıyla birlikte görülür. Göğüste duyulan kalp ve damarlara ait başka bir ağrı da, aort damarı yırtılmalarında görülür. Bu durumda ağrı çok şiddetlidir. Hastada ağrıyla birlikte terleme, morarma ve kan basıncında düşme, fenalık hissi, bayılma, kol ve bacaklarda morarma görülebilir. Ana akciğer damarı ve dallarının bir pıhtı sonucu tıkanmasında da göğsün ortasında şiddetli bir ağrı olur. Ağrıyla beraber öksürük, kanlı balgam, terleme, çarpıntı ve morarma vardır.

Nefes Darlığı
Nefes darlığı kondisyonu düşük, hareketsiz yaşam tarzı olan veya kilolu kişilerde hafif eforla olabildiği gibi çok çeşitli solunum sistemi hastalıklarında ve kansızlıklarda da görülebilir. Kalp hastalıklarında görülen nefes darlıkları genellikle eforla ortaya çıkar, dinlenmeyle geçer ve hasta nefes darlığını elini göğsüne koyarak lokalize edebilir. Bunun yanı sıra kalp yetmezliklerinde gece gelen ve uykudan uyandıran nefes darlıkları olabilir. Genellikle hasta uykuya daldıktan 2-4 saat sonra başlar ve hasta hava açlığı ile pencereleri açar. Nefes darlığıyla birlikte öksürük de görülebilir. Hasta oturunca ya da ayağa kalkınca 15-30 dakika içinde nefes darlığında tedricen azalma olur.

Çarpıntı
Çarpıntı; kalp atışlarının hızlı ya da kuvvetli rahatsızlık verecek şekilde hissedilmesidir. Normalde nabız sayısı erişkin bir insanda dakikada 60-80’dir. Taşikardiler (kalp hızının artması), ekstrasistol denilen ek atımlar, kalp kapak yetmezliklerine bağlı kalp atım volümünde artma ve ani başlayan kalp hızının yavaşlaması (bradikardi) çarpıntıya sebep olabilir. Kalp ritm anormalliklerine bağlı çarpıntılar kansızlık, sinirlenme gibi diğer sebeplere bağlı çarpıntılara göre aniden başlar ve aniden sonlanır. İki dakikadan fazla süren, kalp hızının 150 atım/dk’dan fazla olduğu, beraberinde baş dönmesi, göz kararması ya da bayılma şikayetlerinin olduğu çarpıntılar mutlaka tedavi edilmesi gereken ritim bozukluğuna bağlı çarpıntılardır. Çarpıntı hisseden kişide, kendisi veya bir yakını o sırada nabzı kontrol ederek dakikadaki kalp hızını ve kalp atışının düzenli olup olmadığını tespit edebilir ve bu şekilde hekime ve tedaviye yardımcı olur. Nabız, el bileğinin başparmak hizasında kolaylıkla bulunur.

Bayılma ve Halsizlik
Bayılma; sıklıkla beyin kan akımındaki azalmaya bağlı birdenbire bilinç kaybı olup yere yığılma ve kısa bir süre sonra kendine gelme halidir. Son derece ciddi bir kalp hastalığının belirtisi olabileceği gibi diğer çok sayıdaki daha az ciddi sebeplerden de kaynaklanabilir. Kalp hastalıklarına bağlı bayılmalar genellikle ani, 1-2 saniye içinde gelişir ve kısa sürelidir. Kalp kapak hastalıklarında (örneğin aort darlığında özellikle eforla alakalı bayılma), kalp kası hastalıklarında (hipertrofik kardiyomiyopati), çok hızlı ve uzun süren ritim bozukluklarında, kalp hızının aniden çok yavaşlamasında, doğumsal kalp hastalıklarında bayılmalar olabilir. Kardiyovasküler sistem hastalıklarında en sık şikayetlerden birisi halsizlik ve çabuk yorulmadır. Bu durum sistemik dolaşım bozukluğu sonucu gelişen kas güçsüzlüğü yanı sıra kalp hastalığı tedavisinde kullanılan ilaçlara (beta bloker, idrar söktürücü gibi) de bağlı olabilir.

Öksürük
Kalp hastalıklarında görülen öksürük genellikle kalp yetmezliğine ve/veya kalp kapak hastalıklarına bağlıdır. Hırıltılı solunum, çarpıntı ve nefes darlığı da genellikle beraberdir. Öksürük genellikle kuru, irritan ve geceleri olmaya meyillidir. Öksürükle beraber köpük şeklinde ve taze kan içeren balgam olabilir. Yine geceleri uykudan uyandıran ve kalkıp oturmakla geçen öksürük kalp yetmezliği belirtisidir.

Morarma (Siyanoz)
Siyanoz; özellikle dudaklar ve parmak uçlarının ve ağız, dilin morumsu bir renk alması durumudur. Genellikle hasta tarafından değil de yakınları tarafından fark edilir. İki tipi vardır. Santral siyanoz (dudaklarda, ağız mukozasında morarma) kanın iyi oksijenlenmediği veya kirli kanla temiz kanın kalpteki mevcut delikler aracılığıyla birbirine karıştığı doğumsal kalp hastalıklarında; periferik siyanoz (el ve ayak parmak uçlarında morarma) kalp yetmezliğinde görülebilen bir durumdur. Eğer periferik siyanoz tek taraflı bir ekstremitede görülürse lokalize arter ya da tıkanmasından şüphelenilir.

Ödem
Kalp hastalıklarına bağlı alt ekstremite ödemi simetrik ve çift taraflıdır. Hastalar hızlıca 3-5 kg aldıklarında ödem belirgin olur. Ödeme parmakla baskı uygulandığında bir süre içeri çöktüğü görülür. Kalp yetmezliği ilerledikçe ödem bacakların üst kısmında, genital organlarda ve karında oluşabilir.

Diğer şikayetler
Gece sık idrar kaçırma (Noktüri) konjestif kalp yetmezliğinin sık bulgularından birisidir. Anoreksi, karın şişliği, batında sağ üst kadran ağrısı, kilo kaybı ve kaşeksi kalp yetmezliğinin ileri dönemlerinde görülebilen şikayetlerdir. Bulantı kusma akut kalp krizinde sıklıkla olur.

20 yıl daha fazla yaşamak için...

Bilim adamlarının yaptığı bir araştırmaya göre, insanların normalden yüzde 40 daha az yemek yemesi ömrü 20 sene uzatıyor
 
İngiltere’nin başkenti Londra’da bilim adamlarının yaptığı bir araştırmaya göre, insanların normalden yüzde 40 daha az yemek yemesi ömrü 20 sene uzatıyor. Londra Üniversitesi Akademisi’ne bağlı Sağlıklı Yaşlanma Enstitüsü’ndeki araştırmacılar yaşlanmayı önleyecek bir tedavi üzerinde çalıştıklarını açıkladı. Bilim adamları yaptıkları incelemelerde insanların genetik özelliklerinin ve yaşam tarzlarının yaşlanma etkilerini dengelediğini keşfetti.

Araştırma ekibi bir fare üzerinde yaptığı deneyde, farenin normal yediği yemekten daha az yemesiyle yaşam süresinin yüzde 30 arttığı belirlendi. Araştırma ekibinin lideri dokor Pipper, bir farenin normal besin tüketiminin yüzde 40’ı kadar bir kesinti yapılırsa yaşam süresinin yüzde 20 ile 30 arasında artacağını ve yaşlanmanın geciktirilebileceğini söyledi.


26 Ağustos 2015 Çarşamba

Havuz Keyfiniz Kaçmasın!

Yazın sıcak günleriyle açılan deniz ve havuz sezonu beraberinde enfeksiyon sezonunu da getirdi.

Hisar Intercontinental Hospital Enfeksiyon Hastalıkları ve Mikrobiyoloji Uzmanı Dr. Ramazan Gözüküçük ile denizden ve havuzdan bulaşabilecek enfeksiyonları ve dikkat edilmesi gerekenleri konuştuk.

Yüzme Keyfiniz Enfeksiyonlarla Bozulmasın!
Yüzme havuzları ortak kullanım alanı olduğu için çok ciddi birer mikrop kaynağı olma potansiyeli taşır. Gerek havuz bakımı ve içindeki suyun dezenfeksiyon ve değişiminin yetersizliği gerekse havuzu kullananların eğitim eksiklikleri ve bilinçsiz tutumları nedeniyle havuz sularında göz, kulak ve cildin yanı sıra sindirim ve solunum sistemleri ile idrar yollarında enfeksiyona neden olabilecek pek çok mikrop bulunabilir. Dışkı ile kirlenmiş suların yutulması ile kusma ve ishaller görülebilir.

İshali olan kişilerin hastalıkları düzelene kadar havuza girmeleri uygun değildir. Dışkı kontrolü olmayan bireylerin, örneğin küçük çocukların da havuza girmeleri kesinlikle yanlıştır. Klorlama dahil pek çok yöntemle havuzlar dezenfekte edilmeye çalışılsa da, bir tek kişinin dışkı veya diğer bir vücut salgısıyla milyonlarca mikrobu suya yayması mümkündür. İdeal olarak, suyu kirleten bir olayın saptanması, örneğin suda bir dışkı parçası görülmesi halinde, havuzdaki herkesin çıkarılması, dezenfeksiyon başlatılması ve bulaşabilecek olası etkenlere göre saatlerce veya günlerce havuzun kapalı tutulması gerekir; çünkü klorlama gibi işlemler ne her mikroba etkilidir ne de hemen etki gösterebilir.

Bu yüzden havuz kullanıcılarının çok daha bilinçli davranarak hem kendilerinin hem de başkalarının sağlığını korumaya çalışmaları gerekir. Durgun ve kirli sularda yüzülmemeli; havuz ve deniz suları yutulmamalıdır. Deniz veya havuz suyuna sık dalışlar sinüzit riskini artıracağından; atlarken burun tutulmalı veya tıkaç kullanılmalıdır.

Temiz Olmayan Havuzlar Mantar Kaynağı…
Temiz olmayan yüzme havuzları ve plajlar özellikle kadınlarda sık idrar yolu enfeksiyonlarına neden olabilir. Ayrıca ıslak mayoyla uzun süre beklenmesi kadınların genital bölgelerinde mantar iltihapları olasılığını artırır. Bu nedenle;

• Terlemenin bol olduğu yaz aylarında pamuklu iç çamaşırı giyin.
• Havuz ve deniz sonrasında ıslak mayonuzu hemen değiştirin.
• Havuzdan önce ve sonra mutlaka duş alın.
• Kişisel eşyalarınızı kimseyle paylaşmayın.
• Ellerinizi sık sık sabunlu su ile yıkayın.
• Mantar riski taşımamak için duş sonrasında cildinizi (özellikle ayak parmak araları, kasıklar gibi kapalı kalmaya ve mikrop üretmeye elverişle bölgeleri) iyice kurulayın.

24 Ağustos 2015 Pazartesi

Kız mı, oğlan mı?

Hamileliğin ardından, bebeğinizi kucağınıza aldığınız an, hayatınızın en mutlu anlarından bir tanesidir. Kendi canınızdan bir parçanın sağlıklı doğması, ailenize katılması, hayatınızda yeni bir dönemin başlangıcıdır. Bu yeni başlangıç bazen yeni doğum yapan kadınlarda strese, psikolojik olarak değişikliğe yol açabilir. Bu stres normaldir ancak uzun sürerse doğum sonrası depresyonu yaşıyor olabilirsiniz…

Terapi İstanbul’dan Psikiyatrist Dr. Gülcan Özer doğum sonrası depresyonu şu şekilde değerlendirdi;
Kadınlar, bir şekilde, doğumun otomatik olarak keyif ve neşe oluşturduğunu öğrenmişlerdir. Çocuk doğurmayı takip eden dönemin hayatlarının en mutlu zamanı olması gerektiğine inanmaya yönlendirilmişlerdir. Gerçekte ise, ailenin yaşam döngüsündeki en stresli ve endişe üreten dönemlerden birisidir. Bu dönemde kadının eşinin, ailesinin ve yakınlarının annelik rolüne uyum sağlamaya çalışan anneye psikolojik destek vermesi gereklidir.

Her sene, doğum yapan kadınların yarısından fazlasında ruhsal sorunlar görülmektedir. Bu kadınlardan yüzde 10 ile 15'i çocuk doğurmayı takip eden dönemde, uykusuzluk, kafa karışıklığı, annelik durumuna alışma endişesi gibi problemler yaşamaktadır.

Doğan çocuğun attığı ilk çığlıktan sonra, sorulan ilk soru, ‘‘Kız mı oğlan mı’, ikincisi de ‘‘Annenin sağlığı nasıl?’’dır. Bu soruyla merak edilen annenin fiziksel sağlığıdır. Ve ‘‘İyi’’ cevabı alındıktan sonra ‘‘doğum olayı’’ başkaları için bitmiştir. Oysa anne için doğumun sadece fiziksel aşaması sona ermiş ve annelik rolüne uyum sağlamasını gerektiren, ruhsal problemlerin yaşanabileceği bir dönem başlamıştır. Bu dönem gündelik sorunların yaşanıp profesyonel yardım olmadan aşılabileceği gibi yardım gerektirecek kadar ciddi problemler de görülebilir.

Yeni anneler, doğumdan sonraki ilk sene içinde her an depresyona yatkındırlar. Bir çocuğun bakımını üstlenmekle birlikte insanın eşiyle geçirdiği zamanın kaybı, yetişkin arkadaşlıklarının kaybı, özgürlüğün ve alışılmış gündelik hayatın kaybı da yanında gelmektedir. Yaşamlarının bir daha asla eskisi gibi olmayacağının bilinciyle, yeni yaşam tarzına uyum sağlamaya çalışırken bu bütün aile için de bir uyum zamanıdır.

Gözardı Edilen Ruhsal Sıkıntılar
Doğum sonrasında annelere tıbbi bakım eksiksiz verilirken, ruhsal sorunlar göz ardı edilebilir. Doğum yapan kadınlarda annelik hüznü %50-70, doğum sonrası depresyon %10-15 oranında görülebilir. Doğum sonrası dönemdeki ruhsal sorunlar için risk faktörleri şunlardır: Evlilikle ilgili sorunlar, geçmişteki ruhsal sıkıntılar (depresyon, bunaltı, kaygılar), ailede ruhsal hastalık, evli olmama, istenmeyen gebelik, annelik rolü için hazırlıksız olma, ilk gebelik, doğum korkuları, sosyal desteğin olmayışı sayılabilir. Doğumla birlikte değişen rol tanımları (çift olmaktan anne baba olmaya geçiş) ve bebek bakımının getirdiği psikososyal stresler ruhsal sorunların ortaya çıkmasını tetikleyebilir.

Psikiyatrist Dr. Gülcan Özer; “Doğum sonrası depresyon genellikle birkaç ay içinde düzelir”
Doğum sonrası depresyon, doğumdan sonraki ilk 6 hafta içinde sinsice başlar, bir hatta iki yıl sürebilir. Klinik tablo hafif depresif duygu durumdan melankoliye kadar değişebilir. Doğum sonrası depresyon genellikle birkaç ay içinde düzelir. Orta ve ağır şiddette ise mutlaka bir uzman tarafından tedavi edilmelidir. Tekrarlama riski hem sonraki doğumlarda hem de hamilelik dışı dönemlerde yüksektir. Eğer geçmişte depresyon öyküsü yoksa doğum sonrası depresyon riski %10-15, depresyon öyküsü varsa %25’tir.
Doğum sonrası depresyon tedavi edilmezse uzun sürer ve anneye verdiği duygusal zararın yanı sıra çocuğun gelişimini de olumsuz yönde etkiler.

Doğum sonrası depresyon belirtileri nelerdir?

• Normalden daha fazla ağlama
• Çoğunlukla üzgün hissetme
• Konsantre olamama ve sıkıntı içinde hissetme
• Eşyaları nereye koyduğunuzu hatırlamakta zorluk çekme
• Eskiden keyif aldığınız şeylerden keyif alamama
• Çok yorgun olduğunuz halde bebeğiniz uyuduktan sonra bile hala uyuyamama
• Günün çoğunda yorgun olma
• Hep böyle hissedecekmiş gibi hissetme
• Yalnız kalmaktan korkma
• Böyle hissetmeye daha fazla devam etmek durumunda olmaktansa ölmüş olmayı isteme

Tedavi Yöntemleri;
* Psikiyatrist Dr. Gülcan Özer
Genellikle, belirtiler fark edilmeden geçer çünkü bunlar yeni bir bebeğin bakımının getirdiği stresin birer parçası sanılabilir.

Bir bebeği göğüsten emzirmek ve adetlerin geri dönmesi, vücudun biyokimyasını değiştirebilecek ve bir depresyonun zamanlamasını etkileyebilecek önemli hormonal olaylardır.

Hamilelik, doğum ve doğum sonrası döneme ilişkin verilen eğitim ve gevşeme teknikleri anneyi pasif konumdan çıkararak korkusunu kontrol altına almasına yardımcı olmaktadır. Psikiyatrik ilaçların bebek üzerindeki etkileri konusunda bilinenler azdır. Zorunlu olmadıkça, özellikle ilk üç ayda ilaç kullanımından kaçınılmalıdır.

Ruhsal duruma bağlı olarak annenin beslenmesi ve bakımı önemli ölçüde bozuluyorsa ya da kendisi, bebeği ve çevresi için risk oluşturuyorsa en düşük risk grubundan ilaçlar, etkili en düşük dozda kullanılabilir.