5 Ocak 2016 Salı

Nefes almak sizi hasta ediyor

Hava kirliliği, özellikle büyük şehirlerde her geçen gün artan önemli bir sağlık sorunu! 

Dünya Sağlık Örgütü’nün 2011 yılında yayınladığı rapor da, bunu açıkça gösteriyor. Yapılan çalışmalara göre; dünya çapında her yıl çoğunluğu orta gelirli ülkelerin vatandaşı olan 1.3 milyon kişi, dış ortam hava kirliliği nedeniyle hayatını kaybediyor. Elde edilen bu veriler, durumun ciddiyetini ortaya koyuyor.

Hızlı ve çarpık kentleşme, yoğun trafik ile kalitesiz yakıt kullanılması gibi etkenler havayı kirleterek alınan her nefes vücuda bir yandan zarar veriyor. Atmosferde oluşan toz, duman, gaz ve su buharı şeklindeki kirleticilerin insan sağlığı üzerindeki etkilerini anlatan Anadolu Sağlık Merkezi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Hişam Alahdab, hava kirliliğinin solunum yolu başta olmak üzere kalbi, cildi, gözleri ve sinir sistemini olumsuz etkilediğini vurgulayarak, “Hava kirliliğinin yarattığı insan sağlığı üzerinde yarattığı etkiler kısa ve uzun vadeli olarak ikiye ayrılıyor. Kısa vadeli etkiler alerjik reaksiyon şeklinde ortaya çıkıyor ve geri dönüşümü olabiliyor. Örneğin havanın çok kirli olduğu günlerde gözlerin kaşınması, kızarması, insanların hapşırması, öksürmesi gibi reaksiyonlar bu kapsama giriyor. Ve bu etkinlilerin kalıcı hasar bırakma riski çok düşük oluyor. Uzun vadeli etkiler ise maruz kalınan havanın içindeki kirlilik yoğunluğuna ve süreye bağlı olarak ortaya çıkıyor. Hava kirliliğinin yoğun ve sürekli olduğu bölgelerde yaşayan insanlarda öksürükten bronşite, kalp hastalıklarından kansere kadar çeşitli kronik hastalıkların ortaya çıkma riski de artıyor” dedi.

EKOSİSTEM BOZULUYOR
Kirli havanın içeriğinde parçacıklar ve çeşitli gazlar bulunduğunu ve bu tanıma kimyasal olarak sülfat, nitrat, amonyak, sodyumklorür ve mineral tozların su ile birleşip partikül haline gelmesi sonucu oluşan katı maddelerin de dahil olduğunu belirten Dr. Alahdab, “Akciğerlerin içindeki hava keseciklerine kadar girebildikleri için, küçük parçacıklar en tehlikeli grubu oluşturuyor. Solunan kirli havanın içinde bulunan çeşitli gazlar da insan sağlığına zarar veriyor” dedi. Bu maddelerden birinin de karbonmonoksit olduğunu söyleyen Dr. Alahdab, “Karbonmonoksit ise kanın oksijen taşıma kapasitesini azaltarak kan damarlarının çeperlerinde, beyin ve kalp gibi duyarlı dokularda işlev bozukluklarına yol açıyor. En yaygın hava kirletici gazlardan kükürtdioksit (SO2) ise bronşit ve amfizem gibi akciğer hastalıklarının ortaya çıkmasını kolaylaştırıyor. Taşıtların egzozlarından ve sabit yakma tesislerinden çıkan gazların güneş ışığıyla birleşmesi sonucu ortaya çıkan nitrik asit (HNO3) solunum yolu enfeksiyonlarına yatkınlığı artırıyor, akciğerde kalıcı değişikliklere yol açabiliyor” diye konuştu. Hava kirliliği denilince asit yağmurlarının da unutulmaması gerektiğini dile getiren Dr. Alahdab, “Havada oluşan, özellikle sülfirik asit ve nitrik oksit gibi gazlar havada su, oksijen ve oksidanlarla birleşmesi halinde yağmura dönüşüyor. Aslında bir asit yağmuru olan bu yağış; yeşil alanları, toprakta yetişen besinleri, denizleri ve dolayısıyla tüm canlıları etkileyerek ekosistemi bozuyor” dedi.

SOLUNUM SİSTEMİ KENDİNİ KORUYOR
Soluma işlevi gerçekleştiğinde havanın, burun yoluyla akciğerlere kadar girdiğini ve bu yol üstünde birkaç kontrol mekanizması olduğunu söylen Dr. Alahdab, “Burnun içindeki kıllar büyük partiküllerin girmesine engel oluyor. Üst solunum yollarını geçip alt solunum yollarına giderken ana nefes borusunun ve ana bronşların içinde ‘silya’ denilen, yukarıya doğru süpürme hareketi yapan yapılar bulunuyor. Silyalar, üzerilerine takılan uygun büyüklükteki her türlü partikülü dışarı atmayı sağlıyor. Bu mekanizmaları geçen partiküller ise akciğerlerin içindeki hava keseciklerine kadar ulaşabiliyor” şeklinde konuştu.

KİRLİLİK ORANINI BİLMEK GEREKİYOR
Hava kirliliğinden herkes aynı ölçüde etkilenmese de en sağlıklı insanların dahi bu durumun olumsuzluklarına maruz kalma olasılığının bulunduğunu sözlerine ekleyen Dr. Alahdab, özellikle çocukların, yaşlıların, gebelerin ve kronik hastalığı olanların kirlilikten daha fazla etkilendiğini belirtiyor. Dr. Hişam Alahdab, bağışıklık sistemleri ile akciğerlerinin gelişimi henüz tamamlanmamış çocukların daha hızlı nefes alıp vermeleri ve dışarıda çok zaman geçirmeleri nedeniyle bu grupta riskin arttığını vurgulayarak “Savunma mekanizmalarının zayıflaması ve kronik hastalıkların artması nedeniyle yaşlılar da kirlilikten fazlaca etkileniyor” diyerek sözlerini tamamladı.

HAVA KİRLİLİĞİNİ ÖNLEMEK İÇİN ALINABİLECEK TEDBİRLER
• Sanayi tesislerinin baca gazı sınır değerlerine uymaları sağlanmalı,
• Isınmada yüksek kalorili kömürler kullanılmalı, her yıl bacalar ve soba boruları temizlenmeli ve binalarda ısı yalıtımına önem verilmeli,
• Kullanılan sobalar ve kalorifer kazanları kriterlere uygun olmalı,
• Doğalgaz kullanımı yaygınlaştırılarak özendirilmeli,
• Kalorifer ve doğalgaz kazanlarının periyodik olarak bakımı yapılmalı,
• Yeni yerleşim yerlerinde bölgesel ısıtma sistemleri kullanılmalı,
• Kent içi ulaşımda uygun meyilli alanlarda bisiklet yolları, park yerleri, kiralama sistemi oluşturulmalı, kamuoyu bilgilendirmesi de sağlayarak bisiklet kullanımı yaygınlaştırılmalı,
• Isınma ve geri kazanım için atık yakmanın önüne geçilmesi amacıyla, atıklar geri kazanılarak değerlendirilmeli veya uygun atık yakma tesislerinde yakılarak bertaraf edilmeli,
• Yerleşim alanları dışında ve hakim rüzgar yönü dikkate alınarak sanayi tesislerinin yer seçimi yapılmalı, imar planlarında bu alanların çevresinde yapılaşmalar önlenmeli,
• Euro 4 ve üzeri standartları sağlayan, emisyonları düşük motorlu taşıtlar tercih edilmeli veya desteklenmeli,
• Toplu taşıma araçları yaygınlaştırılmalı,
• Araçların egzoz emisyon ölçümleri periyodik olarak yapılmalı.

Uykuda diş gıcırdatma çıldırtıyor

Gün boyu şehir hayatı veya iş hayatına bağlı yaşanan stres, dengesiz beslenme alışkanlıkları ve hareketsizlik uyku bozukluklarına neden olabiliyor. Bu uyku bozukluklarından bir tanesi de uykuda diş gıcırdatma olarak bilinen ‘Bruksizm’

Yaşamımızın üçte birini uykuda geçirdiğimiz düşünüldüğünde, uykunun insan zihni ve bedeni için ne kadar önemli olduğuna değinen Hospitadent Yönetim Kurulu Üyesi Dt. Selçuk Özbölük, “Gün boyu şehir hayatı veya iş hayatına bağlı yaşanan stres, dengesiz beslenme alışkanlıkları ve hareketsizlik uyku bozukluklarına neden olabiliyor. Bu uyku bozukluklarından bir tanesi de uykuda diş gıcırdatma olarak bilinen ‘Bruksizm’. En sık görülen uyku bozukluklarından biri olan ‘Bruksizm’, uykuda konuşma ve horlamadan sonra 3. sırada karşımıza çıkıyor” dedi.

Uyku esnasında oluşan güçlü çene hareketlerinin neden olduğu çeneleri sıkma, dişleri gıcırdatma olayı olarak tanımlanan bruksizmin görülme sıklığının %20’lere kadar ulaştığını söyleyen Dt. Özbölük, “Bruksizm konusunda yapılan araştırmalar; horlama ve uyku apnesi gibi durumların dişlerini gıcırdatan kişilerde daha çok görüldüğünü gösteriyor. Aşırı duygusal hassasiyet, sinir, stres, kuruntu, dengesiz beslenme ve hareketsizliğin yanı sıra fazla miktarda tüketilen alkol, sigara ve kafein uykuda diş gıcırdatmayı arttırıyor” diye konuştu.

Diş sıkma ve gıcırdatmanın gece veya gündüz oluşabilen istemsiz bir aktivite olduğu ancak bu durumun çeşitli olumsuz semptomlar ortaya çıkmadan hastalar tarafından genellikle farkına varılmadığını söyleyen Dt. Özbölük; “Diş sıkma ve gıcırdatmanın birçok nedeni var ve bu nedenler arasında; stres ve kişisel özellikler, uyku düzeni, uyku esnasındaki solunum bozuklukları, travmatik yaralanmalar, merkezi sinir sistemi rahatsızlıkları, yasadışı ilaç kullanımı (ekstazi), ilaç tedavileri (seratonin), alkol, kafein ve sigara kullanımı gibi faktörler sayılabilir. ‘Bruksizm’, en sık görülen uyku bozukluklarından, uykuda konuşma ve horlamadan sonra 3. sırada karşımıza çıkıyor. Hastalar genellikle diş gıcırdattığının farkında bile olmuyor. Hasta bize ancak dişlerde hassasiyet, aşınma, sallanma ve kırılma, diş sinirlerinde ölüm, çevre dokularda yaralanma, çene eklem rahatsızlıkları, baş ağrısı ve fonksiyon bozukluğu gibi durumlarda geliyor. Hastanın eşi ya da yakınları da bu durumdan rahatsız oluyorlar" dedi.

Peki diş gıcırdatmanın çözümü var mı?
Diş sıkma ve gıcırdatma tedavisinin nasıl yapıldığı hakkında bilgi veren Dt Özbölük, “Uygulanan tedavi metodu çoğunlukla kişiye özel yaptığımız gece plaklarıyla aktivitenin kontrol altına alınmasını ve meydana gelebilecek patolojik veya fiziksel değişikliklerin önlemesini içerir. Doğru teşhis konulduğu taktirde, bu rahatsızlığın gece plağı kullanımı, hasta eğitimi ve gerek duyulduğunda fizik ve ilaç tedavisi ile kontrol altına alınabildiği bilimsel araştırmalarla kanıtlanmıştır. Ancak diş gıcırdatmanın altında yatan diğer stres kaynaklı problemler için de bir uzmandan yardım almalarında fayda var” diye konuştu.

Diş gıcırdattığınızı nasıl anlarsınız?
• Sabahleyin kalktığınızda yanaklarınız ağrıyorsa
• Ağzınızı rahat açamıyorsanız, açtığınızda ağrı varsa ve gün içinde de ağrı devam ediyorsa
• Kulağa ve başa yayılan ağrılarınız varsa
• Ağız açma kapama sırasında zorluğun dışında klik, klak gibi sesler çıkıyorsa, uykuda dişlerinizi gıcırdatıyor olma ihtimaliniz çok yüksek.

Düşünce tarzınızı değiştirerek zayıfla

Zayıflamanın formülü; Düşünce tarzını değiştir ve zayıfla.. Düşünce tarzınızı değiştirerek zayıflamayı denediniz mi ?

Kilo problemi olan herkesin bir çok diyet yöntemini kullanarak zayıflamaya çalıştığını ancak, düşünce tarzını değiştirmediği için başarısız olup, üstüne birkaç kilo daha aldığını kaydeden Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi ve NPİSTANBUL Nöropsikiyatri Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Aslıhan Dönmez, "Bilişsel Davranışçı Terapi" yöntemiyle zayıflamanın daha kalıcı zayıflamanın mümkün olduğunu söyledi. Prof.Dr. Aslıhan Dönmez'e göre, zayıflamak için önce düşünce tarzının değiştirilmesi gerekiyor.

Sürekli diyet yapıp kilo veremeyenlerin önlerindeki en büyük hatalarının düşünce tarzlarını ve kalıplarını değiştirememek olduğunu belirten Prof.Dr. Aslıhan Dönmez, şunları söyledi:
"Aslında zayıflamak için ne yapmak gerektiğini hepimiz çok iyi biliyoruz; aldığımız kalori harcadığımız kaloriden daha az olduğu zaman kilo veririz. Bu kadar basit bir formülü olmasına rağmen neden bir türlü kilo veremiyoruz veya verdiğimiz kiloyu kısa süre içerisinde geri alıyoruz? Çünkü kilo vermemize engel olan veya kilo almamıza neden olan düşünce ve davranış kalıplarımız var. Bunları değiştirmediğimiz sürece hayatımızın belirli dönemlerinde diyet yapıp, bir miktar kilo verip, sonra da bu verdiğimiz kiloları hatta çoğu zaman da daha fazlasını almaya devam ediyoruz. Bu aslında bir kısır döngü. Bu kısır döngüden çıkmak isteyenler için aslında çözüm var. Biz sürekli diyet yapıp mücadele eden, ama diyeti bıraktığında tekrar kilo alan kişilere, bir psikoterapi yöntemi olan Bilişsel Davranışçı Terapi ile zayıflamayı öneriyoruz. Tüm dünyada etkinliği kanıtlanmış olan ve yaygın olarak kullanılan Bilişsel Davranışçı Terapi, obez olan, kilo vermeyi başaramayan ama kilo vermek isteyen kişilere aslında zayıf insanlar gibi düşünmeyi ve yaşamayı öğreten bir tedavi yöntemi."

Bilişsel Davranışçı Terapi konuşularak yapılan bir tedavi
Bilişsel Davranışçı Terapi'nin diğer tüm psikoterapi türleri gibi konuşularak yapılan bir tedavi türü olduğunu belirten Prof.Dr. Aslıhan Dönmez, bu tedavi yönteminde, bazı düşünce ve davranış kalıplarının kişinin uyumunu bozduğu temelinden hareket edildiğini belirtti. Prof.Dr. Aslıhan Dönmez şöyle dedi:

"Bu düşünce ve davranış kalıplarını fark etmek ve bunları değiştirecek teknikler öğretmek tedavinin temel hedefidir. Obez kişilerin yaşam öykülerine baktığımız zaman, tekrarlayan bir biçimde başarısız kilo verme girişimleri olduğunu, kilo vermeyi başarabilseler bile kısa sürede verdikleri kiloyu hatta daha fazlasını geri aldıklarını görürüz. Bunun temel nedeni, kişinin kilo almasına neden olan düşünce ve davranış kalıplarını tekrarlayan bir şekilde sürdürmesidir. BDT ile temel amaç, kişinin kilo almasına veya kilo verememesine neden olan bu düşünce ve davranış kalıplarını fark etmesini sağlamak ve bunları nasıl değiştireceğine dair teknikler öğretmektir. Buna bir nevi kilo ve yemeye yönelik hayat tarzını değiştirme ve zayıf insanlar gibi düşünme ve davranmaya başlama da denilebilir. Sürekli aynı düşünce ve davranış kalıplarını kullanarak bir kısır döngü içinde dönüp durmak kilo vermenizi sağlamaz. Birkaç gün veya hafta sıkı bir diyete girersiniz, bu dönem belli ölçüde kilo veririsiniz ama tekrar aynı yeme düzeninize dönüyorsanız kilo almanız kaçınılmazdır. Kimse aldığı kaloriyi harcadığı kaloriden fazla tuttuğu sürece kilo veremez. Hem o çok sevdiğiniz yüksek kalorili, lezzetli yiyecekleri yiyip hem de zayıf kalmanız mümkün değildir. Dolayısıyla, kilo vermenin ve bunu korumanın yolu bu kısır döngü içinden çıkmaktır. Bunun için de belirli davranış ve düşünce kalıplarının değiştirilmesi gerekir."

NPİSTANBUL Nöropsikiyatri Hastanesi'nde "Psikoterapi ile Zayıflama" programı uyguladıklarını kaydeden Prof.Dr. Aslıhan Dönmez, kişilerle birebir çalışma yaparak, Bilişsel Davranışçı Terapi yöntemiyle kilo almalarına neden olan davranış ve düşünce kalıplarını fark etmelerini ve bunları çeşitli teknikler ile değiştirmelerini öğrettiklerini, bu sayede kişilerin düşünce ve davranışlarını değiştirip kalıcı kilo verebildiklerini belirtti.

3 Ocak 2016 Pazar

Bağışıklığınızı Kuvvetlendirecek 10 Şey

Sonbahar iyice yüzünü gösterdi, havalar artık serinlemeye başladı. Değişen havayla birlikte yaşanan yoğun stres, uykusuzluk ve dengesiz beslenme bağışıklık sistemini direkt olarak zayıflatıyor. Peki bağışıklık sisteminiz sonbahara hazır mı? Sonbaharı ve kışı hasta olmadan, sağlıklı geçirmek için bağışıklık sistemini desteklemek şart! 

Liv Hospital İç hastalıkları Uzmanı Dr. Alev Özsarı bağışıklık sistemini kuvvetlendirecek 10 öneriyi anlattı…

1) Doğru beslenin: Tam tahıllı ürünler, karbonhidrat, protein ve yağı dengeli tüketin. Sigara, alkol, şekerden uzak durun. Antioksidan alın. Antioksidanlar hücreye zarar veren maddeleri, serbest radikalleri yakalar ve yok eder. Soğan, sarımsak, ıspanak, dereotu, maydanoz, turunçgiller, domates, brokoli antioksidan açısından zengindir. Taze ve mevsiminde sebze meyve yiyin.

2) Yeterli ve kaliteli uyuyun: Kaliteli uyku sağlığımız için en az su içmek kadar önemlidir. İyi bir uykunun başlıca ölçüsünün kişinin sabah dinç uyanması ve kendisini gün içinde zinde hissetmesidir. Kalitesiz bir uyku verimi düşürür, konsantrasyonu bozar, bağışıklık sisteminin zayıflamasına neden olur.

3) Haftada en az 3 gün açık havada yürüyün: Yoğun trafik ve egzoz dumanından kurtulun ve yeşil alanlara yürüyüş yapın. Özellikle açık ve temiz havada zaman geçirilmesi sağlam bir vücut ve güçlü bir bağışıklık sistemi için oldukça yardımcıdır.

4) Hareketsiz kalmayın: Bilgisayar başında ve hareketsiz çok zaman geçirmeyin

5) Gereksiz ilaç kullanımından kaçının: Özellikle gereksiz antibiyotik kullanımından kaçının.

6) Düzenli egzersiz yapın: Hastalıktan korunmada ve engellemede egzersizin çok büyük bir önemi var. Düzenli egzersiz bağışıklık sistemini kuvvetlendiriyor, virüslerle ve bakterilerle savaşmayı sağlıyor.

7) Kendinizi aşırı derecede yormayın: Dinlenmek için kendinize zaman tanıyın.

8) Stresten uzak durun ya da stresi yönetmeye çalışın: Stresliyken vücut stresi yok edebilmek için maddeler üretir ve dengesini şaşırır ve immün sistemde çöküş meydana gelir. Bu nedenle stres dönemlerinde hepimiz daha sık hasta oluruz. Mesela uçuk çıkar.

9) Sevdiğiniz insanlara zaman ayırın: Sevdiklerinizle bol vakit geçirin, güçlü sosyal bağlar kurun.

10) Pozitif düşünün: Olumlu olmak insanı bedenen ve duygusal olarak rahatlatır.

2 Ocak 2016 Cumartesi

Konuşamayan çocuklara köpekle tedavi

BURSA’da Uludağ Üniversitesi, Bursa Büyükşehir Belediyesi ve Yeni Gün Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi işbirliği ile yürütülen proje ile konuşma zorluğu çeken çocuklara, özel eğitimli Cofee ve Çıtır adlı köpeklerle birlikte eğitim veriliyor.

Projeyi yürüten Uludağ Üniversitesi (UÜ) Veteriner Fakültesi öğretim üyesi Doç.Dr. Türel Özkul, "Köpeklerimiz çocukların en iyi dostu ve yardımcısı oldu. Üç ay sürecek olan eğitimler boyunca köpeklerle eğitim alan ve almayan çocuklar arasındaki fark bilimsel olarak test edilmiş olacak. Türkiye’de bu tür bir veri çalışması bugüne kadar yapılmadı" dedi.

Amerika Birleşik Devletleri’nde hayvanlarla terapi testlerine katılan UÜ Veteriner Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Türel Özkul tarafından yürütülen projenin eğitimleri üç ay boyunca rehabilitasyon merkezinde devam edecek. Her Çarşamba Jale Üntürk ve köpeği Çıtır, her Perşembe Murat Demir ve köpeği Coffee, dil ve konuşma güçlüğü çeken çocuklara, terapist gözetiminde bir kişilik özel sınıflarda 10 dakika eşlik edecek.

"ÇOCUKLAR, KÖPEĞE DERS ANLATIYOR"

UÜ Veteriner Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Türel Özkul, projenin üç aşamada gerçekleştiğini belirterek, yaşlılarla yapılan eğitimlerin ardından konuşma güçlüğü çeken çocuklara eğitim vermeye başladıklarını kaydetti. Doç. Dr. Özkul, çalışmaların ardından huzurevinde bulunan yaşlıların stres seviyelerini düşürdüklerini kanıtladıklarını anlatarak, "Projenin ikici kısmında dil ve konuşma güçlüğü çeken 12 çocuğumuzun derslerini Çıtır ve Coffee ziyaret ediyor. Çocukların konsantrasyonunu artırıyoruz ve o günkü dersi köpeğe anlatmasını sağlıyoruz. Çocuklar hem öğrenmiş, hem de pekiştirmiş oluyor. Köpeği aracı olarak kullanarak çocuğun gelişimine katkı sağlamayı amaçlıyoruz. Köpeklerimiz çocukların en iyi dostu ve yardımcısı oldu" dedi.

Bu eğitimler sırasında bilimsel verilerde ortaya koymaya çalıştıklarını ifade eden Doç.Dr. Özkul, ilk terapi uygulamasından önce çocuk gelişim uzmanları tarafından Denver, Portage testleri ve Türkçe Sesletim ve Dil Bilgisi Testi yapıldığını söyledi.

"ÜÇ AY SONRA KARŞILAŞTIRACAĞIZ"

Eğitimlerin ardından çocuklardan tükürük örnekleri de aldıklarını dile getiren Doç. Dr. Türel Özkul, "Çalışmalardan üç ay sonra tekrar bu testleri yaparak pozitif ilerlemeyi değerlendireceğiz. Benzer yaş grubunda, aynı rahatsızlıkları gösteren çocuklarımızla, köpekle birlikte eğitim alan çocuklarımızın verilerini karşılaştıracağız. Türkiye’de bu uygulamalar yeni. Bu çalışmalar 1700’lü yıllardan beri dünyada uygulanıyor. Fakat biz Türkiye’de ilk defa bilimsel verilerini ortaya koyacağız" diye konuştu.

Özkul, çalışmanın üçüncü ayağında otistik çocuklarla birlikte atlı terapi uygulayacaklarını aktardı.

"BABA DİYEMEZDİ, CÜMLE KURUYOR"

Rehabilitasyon merkezine 2002 yılından beri gelen Yiğithan Durmaz’ın annesi, Jale Durmaz da, "Oğlum ‘baba’ bile diyemeyen bir çocuktu. Şimdi bayağı bir yol kat ettik. Cümle kurmaya başladı. Köpekle birlikte daha da eğitimleri kolay geçiyor. Konuşmaya başladıkça daha fazla ilgisi artıyor" dedi.

Boynu ağrıyanlara iyi haber

Boyun ağrısı oldukça yaygın görülen ve günlük hayatı ciddi şekilde etkileyen bir problem. Ancak boyun ağrısı çekenlere bilim dünyasından iyi haber var.

Okan Üniversitesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü'nden Yrd. Doç. Dr. Gamze Şenbursa'nın verdiği iyi habere göre, boyun ağrılarının çoğu mekanik boyun ağrısı. Yani altında ciddi bir rahatsızlık yoktur. Sorun, boyundaki kas ve eklemlerdeki problemlerden kaynaklanıyor.

EN ETKİN TEDAVİ MANUEL TERAPİ
Boyun ağrısının tedavisi hakkında yapılan son araştırmalar ise en etkin tedavinin ilaçsız, manuel terapi olduğunu ortaya koyuyor. 2013 yılında yapılan ve The Journal of Orthopaedic & Sports Physical Therapy (JOSPT) (Ortopedik ve Spor Fizik Tedavi Dergisi)'nde yayınlanan bir çalışmaya göre, mekanik boyun ağrısında en etkili ve en hızlı çözümün manuel terapi ve egzersiz ikilisinin olduğu bulundu.

Yrd. Doç. Dr. Gamze Şenbursa'nın verdiği bilgiye göre, boyun ağrısı olan 64 kişinin katıldığı çalışmada kişiler 2 gruba ayrıldı. 1 haftalık tedavinin ardından manuel terapi ve egzersiz gurubunda yer alanların ağrıları %75 azaldı. %70'inde ise günlük yaşam aktivitelerinde belirgin iyileşme olduğu kaydedildi.

3'TE 1 ORANINDA DAHA AZ MALİYETLİ
Yapılan bir başka çalışmada ise boyun ağrısında manuel terapi ile klasik fizik tedavinin uzun dönem sonuçları karşılaştırıldı. 52 haftalık takip sonucunda manuel terapinin klasik fizik tedaviye göre 3'te 1 oranında daha az maliyetli ve daha etkili olduğu kanıtlandı.

PEKİ BOYUN AĞRILARININ SEBEBİ NEDİR?
Yrd. Doç. Dr. Gamze Şenbursa, boyun ağrılarının sebepleri ve alınması gereken önlemler konusunda şu önemli bilgileri verdi:

"Bir çok hastalığın altında yatan stres boyun ağrılarının oluşmasında da ilk sırada yer alıyor. Yoğun stres altında çalışan kişiler, hamileler, ofis çalışanları, hareketsiz bir yaşama sahip kişiler ise boyun ağrılarından en çok şikayet eden gruplar.

DOĞRU OTURALIM
Eğer hareketsiz veya uzun süre oturarak çalışıyorsanız düzgün bir oturuş boyun ağrılarını engellemenin en önemli faktörüdür. Çünkü yanlış oturma pozisyonu belinizin geriye doğru, boynunuzun ise öne doğru gitmesine neden olur. Bu da boyun ve ense bölgesine aşırı yük binmesine, kasların normalden daha fazla yüklenmesine yol açar. Saatlerce aşırı yük altında kalan kaslar bir süre sonra başınızı taşıyamaz hale gelir ve boynunuzun ağrıması kaçınılmaz olur.

BİR KAÇ AĞRI KESİCİ İLE GEÇİŞTİRMEYİN
Boyun problemlerinde ağrı, tutulma ve boyun hareketlerinin azalması en tipik şikayetlerdir. Kişiler ilk önce ense kökünde ya da başın arkasında ağrı hisseder. Bazen beraberinde baş ağrıları da görülebilir. Bir kaç ağrı kesici ile geçiştirilen bu ağrılar zamanla artar ve boyun hareketlerini kısıtlar. Boynun arkasından gelen çekme hissi, omuz başlarında hissedilen sertlik veya gergin bantlar ise sabahları yorgun ve ağrılı kalkmanın en büyük sorumlusudur.

Ellerdeki ve kollardaki uyuşmalar ise bir çoğumuz için gece uykularının en büyük düşmanıdır. Uykudan uyandıracak kadar şiddetli olabilen bu ağrılar boyun bölgesindeki gergin dokuların sinirlere baskı yapması sonucu ile oluşur. Sinir sıkışmaları ilerleyen dönemlerde güç kaybı, sinir hasarı gibi ciddi problemlere yol açabilir.

BİRKAÇ GÜNE GEÇER DEMEYİN
Birkaç güne, birkaç haftaya geçer denilerek pek fazla önemsenmeyen boyun ağrıları aslında birer uyarıdır. Uzun süreli boyun ağrısı çeken, sık boyun tutulması yaşayan kişiler geleceğin boyun düzleşmesi veya boyun fıtığı adaylarıdır. Ağrıya ilk sebep olan aşırı yüklenme uzun süre devam ettiğinde omurgada geri dönüşsüz hasarlara neden olabilir. Meydana gelen bu hasar sadece boyunda değil, sırt, bel hatta kalça bölgesine kadar yayılır ve çok daha karmaşık çok daha ciddi problemlerin oluşmasına yol açar.

Daha ileriki yaralanmaları önlemek, iş gücü kaybını önlemek ve en önemlisi günlük hayattaki yaşam kalitesini düşürmemek için boyun ağrıları hissedildiği ilk dönemde tedavi edilmelidir. Erken teşhisle boynunuz dolayısıyla hayatınız kurtulabilir."